DOLAR 34,6088 -0.09%
EURO 36,6377 0.08%
ALTIN 2.939,490,10
BITCOIN 3285345-1,10%
İstanbul
10°

PARÇALI AZ BULUTLU

06:29

İMSAK'A KALAN SÜRE

Rıdvan Kaya

Rıdvan Kaya

28 Ekim 2024 Pazartesi

Çözüm Süreci Neydi Ne değildi!

Çözüm Süreci Neydi Ne değildi!
1

BEĞENDİM

ABONE OL

ÇÖZÜM SÜRECİ
Neydi?, Ne değildi?
6+2
’li masanın HDP ile ittifak yapmasından sonra kendini aklamak için sürekli öne sürdüğü ve hükümeti eleştirdiği bir konu “Çözüm Süreci”.Ben konuyu anlatmak için önce Cumhuriyet Dönemi’ndeki bazı yanlışlara dikkat çekmek istiyorum.
SOSYAL YÖNDEN
1925 Şubat’ındaki Şeyh Sait ayaklanmasının dinsel sloganlara dayanması,halifeliğin kaldırılması Kürtlerde böyle bir tepki için elverişli bir ortam yaratmıştır[1].Bunun yanında kütüphanelerde Kürtlerle ilgili,onların tarihiyle ilgili ne varsa yok edildi.Kürt beylikleri zamanında yapılan tarihi yapılar yıkılıp yerlerine askeri kışlalar yapıldı(Birca Belek-Alaca Burç) Tüm yöre adları değiştirildi[2].Nüfusunun %3-%4’ü dışında kalanının Kürtçe’den başka bir dil bilmediği dönemde Kürtçe’nin kullanılması yasaklanmıştı.Kürtlerin yaşadığı kent merkezlerinde bu yasağa uyulmasını sağlamak amacıyla memurlar görevlendiriyordu.Köyünden sınırlı artık-ürününü satmaya gelen Kürt köylüleri hiç Türkçe bilmedikleri için “kontrol memurlarına” yakalanmaktan kurtulamıyorlardı.Erzincan Valisi Ali Kemali Bey’in yazdığına göre, her Kürtçe kelime için beş kuruş ceza kesiliyordu.Bir koyunun elli kuruşa satıldığı 1930’lu yıllarda beş kelimelik iki cümleyle meramını ifade etmek zorundaki bir kişi bir koyun değerine eşit ceza ödemek zorunda kalıyordu[3].Ayrıca 1927’de onaylanan “Islahat Planı” ile Doğu’da son derece katı bir askeri rejim yürürlüğe kondu.Kamusal alanda Kürtçenin kullanımı yasaklandı Doğu vilayetlerinde Kürtlerin yargı mensubu olarak görev yapmalarına müsaade edilmedi.1930’larda daha aşırı politikalar izlendi ve o andan itibaren ayrı bir Kürt kimliğinin varlığı resmen yok sayıldı[4].Bu örnekler konumuzun toplumsal ve sosyal kısmına dair belli örnekler şimdi siyasi konuya değinelim.

SİYASAL YÖNDEN
Türk siyasi parlamento hayatına dair yaptığı araştırmalar ile tanınan Ahmet Demirel ‘e sözü bırakırsak :
“…Türkiye genelinde birinci ve ikinci meclis dönemlerinde yüksek bir yerellik özelliği gözlemlemiş ama bu olgu 1927 seçimlerinden itibaren kesintiye uğramıştır.
….Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinden seçilen milletvekillerinin Birinci Meclis döneminde yüzde 69.8’i,ikinci meclis döneminde yüzde 70,0’i Meclis’e doğdukları ilden seçilmiştir.
….. Bununla birlikte Şeyh Sait ayaklanması bastırıldıktan sonra yapılan ilk seçim olan 1927 seçimiyle birlikte Doğu ve Güneydoğu bölgeleri milletvekilleri arasındaki yerellik düzeyi birdenbire yüzde 32.7’ye düştü.[5]
Bu oran sonraki meclislerde daha da düşük düzeyde seyretti:
1931’de yüzde 30.4,1935’de yüzde 19,7,1939’da yüzde 18,6 ve 1943’de yüzde 26.6.Bu oranların hepsi ülke ortalamalarının çok altındaydı .[6]

Bu oranlara bakıldığında Doğu illerinde halkı temsil eden kişilerin yerel olmadığı bununda o halkı anlamakta sorun oluşturacağı bariz şekilde görülür.Fakat olaylar bununla sınırlı değildir.

O zaman ülkedeki tek yasak siyasal güç olan CHP’nin bir çok ilinde örgütü kurulmuştu.Ancak gelişen olaylar karşısında Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki siyasal yaşamı kontrol altında tutmanın imkansız olduğunu gören parti yönetimi bölgedeki siyasal yaşama kökünden son vermeyi tercih etti ve bölgedeki illerin büyük bölümündeki örgütlerini kapattı.
…Yerel örgütlerin olmaması CHP’nin bölge halkıyla ilişki kanallarının olmadığı anlamına geliyordu.Ayrıca ülkede CHP dışında bir başka siyasi parti bulunmadığından, bütün tek parti dönemi boyunca, yasal siyaset kanalları bölge halkına kapalı kalmıştı.[7]
Ve bu konuya vereceğimiz son örnek yıllarca birlik, beraberlik için kullanılan Kürt kelimesinin Meclis’te açıkça kullanılmasından milletvekillerinin kaçması ve bölgedeki soruna işaret ederken genellikle asi, eşkiya ve şaki kelimelerini kullanarak[8] halktan daha kopmaları verilebilir.
Buraya kadar verdiğimiz sosyal, toplumsal ve siyasi örnekler Cumhuriyet’in başında Kürt ve Türk halkının birlikte etrafında toplandığı Hilafet kurumunun kaldırılması ile zamanla Kürt halkını dışlayıcı ve tecrit edici davranışlar ile bu halkı devlete karşı soğumaya itmiştir.
1980-1990 Dönemi
Türkiye’nin terörle mücadele konsepti, mücadeleye başladığı 1984’ten günümüze kadar, ağırlıklı olarak askeri ve polisiye tedbirler şeklinde olmuştur. Bal’a göre, Türkiye’nin terörle mücadele tecrübelerini ve uyguladığı yöntemleri üç döneme ayırmak mümkündür. Birinci evre, tamamen güvenlik merkezli ve militarist; ikinci evre halk desteği arayışının görüldüğü yarı militarist evre ve üçüncüsü ise, sivil merkezli profesyonel polisiye önlemlerin alındığı evredir.
PKK terör örgütü tarafından gerçekleştirilen her eylem sonrasında hemen operasyonlar düzenlenmiş ve birçok terörist ve barındıkları mekânlar yok edilmiştir. Ancak, önce de belirtildiği üzere benimsenen yöntem ve stratejinin “terörle mücadele” ayağı eksik olduğu için, PKK’nın gerçekleştirdiği eylemlere, operasyonlarla verilen cevaplar bir nevi misilleme ya da düelloya dönüşmüştür. Bir diğer konu da Kürt sorunu ile PKK sorununun birbirine karıştırılması ve sorunun birbirine eşit değerlendirilmesidir. Bu anlayışa göre PKK sorunu olmasa, Kürt sorunu olmayacaktır ve Türkiye’yi bölmeyi hedefleyen dış kaynaklı bölücü terör sorunu bastırılmalı ve yok edilmelidir . PKK terör örgütü eylemlerine başladığından beri uygulanan politika bu çerçevede çizilmiş ve salt güvenlik endeksli politikalar izlenmiştir.
1984’te başlayıp, hemen akabinde terör eylemlerinin artmasına, Türkiye Cumhuriyeti Devleti 19 Temmuz 1987 tarihinde Olağanüstü Hal (OHAL) uygulamasını yürürlüğe sokarak cevap vermiştir. Bu tedbirin alınmasının ardından 109 PKK Türkiye’den çıkarılmış ve 1990 yılına kadar bölgede etkili olamamıştır. 1987 yılından 2002 yılında kaldırılmasına kadar OHAL 46 kez uzatılmıştır. Bu 15 yıllık dönemde Güneydoğu bölgesindeki bazı OHAL uygulamaları, terör örgütü PKK’nın bu dönem içinde ve sonraları örgüte eleman kazanmasına zemin hazırlamıştır. Bölgedeki sıkıyönetimin aldığı tedbirler zaman zaman bölge halkının tepkisini çekmiş ve halk ile devlet arasında bir uçurumun oluşmasına neden olmuştur. Çünkü OHAL döneminde gerçekleştirilen uygulamaların hangisinin hukuki, hangisinin hukuk dışı olduğu net değildir. Bundan dolayı, bir takım keyfi uygulamalar söz konusu olmuştur. Bölgedeki teröristlerin yanında halk üzerinde de kurulan baskı rejimi olarak nitelendirilen OHAL uygulamaları, PKK’ya karşı askeri başarı getirmesinin yanında bölge insanının yaşam standartlarını sınırlaması, bazı durumlarda hukuk dışına çıkılması, bölgede yaşayan neredeyse herkese ya potansiyel terör örgütü militanı ya da terörist muamelesi yapılması gibi bir takım uygulamaları da kapsamıştır. Örneğin; PKK’ya lojistik destek sağladığı düşünülerek binlerce köy ve mezra OHAL yönetimi tarafından güvenlik gerekçesiyle boşaltılıp tahrip edilmiş, yüz binlerce insan ülkenin başka bölgelerine göç etmek zorunda kalmıştır (Bu göç sorunu beraberinde ekonomik sıkıntıları da getirmiş, bölge halkı daha da fakirleşmiştir. Türkiye’ye ağır insan hakkı ihlalleri ile sosyo-ekonomik kayıplar verdirmiş bir uygulama olan OHAL sürecinde; resmi rakamlara göre 380 bin, sivil toplum kuruluşlarına göre 2.5 milyon kişi, yaşadıkları topraklardan göçe zorlanmış, köyü boşaltılıp göç etmeyen ya da edemeyen köylüler askeri araçlara bindirilip il merkezlerine bırakılmıştır. Göçe zorlanan köylüler, peş peşe AİHM‘ye dava açmış, Türkiye, yüz binlerce euro tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir. Tazminat için bütçelerden ödenek ayrılmıştır. Tarlasız, hayvansız kalan köylüler, aile ekonomileri açısından çökmüş, Türkiye‘nin önemli hayvancılık ve tarım merkezleri kurumuştur. Diğer yandan, Türkiye’nin Avrupa uyuşturucu pazarında transit ülke konumunu pekiştirmesi ve kaçakçıların yüzde 70‘inin bu bölgeden çıkması OHAL döneminde gerçekleşmiştir. Terörle mücadele amacıyla oluşturulan ve maaşları, giysileri bütçeden karşılanan Geçici Köy Korucuları’nın bine yakını hakkında, suça 110 karıştıkları için yasal işlem yapılmış ve korucuların mağdur ettiği vatandaşların açtığı davalarda Türkiye, tazminat ödemeye mahkûm edilmiştir .[9]

Terör Örgütü ile müzakere olur mu?
Terör ve terörizmle mücadele
; terörist ile askeri-polisiye tedbirler ile mücadeleden bu tedbirlerin yanında terörü doğuran sosyal koşulların ortadan kaldırılması ve demokratik adımların atılması ile müzakere tekniklerinin kullanılmasına yönelik tarihsel bir seyir söz konusudur. Bal’ın) ifadesiyle terörle yani “stratejik eylem” ile mücadeleden terörizm yani “stratejik söylem” ile mücadeleye doğru bir dönüşüm gerçekleşmektedir. 1968-2006 yılları arasında doğan 648 terör örgütüne ait verilerin incelendiği bir araştırmada; 244 örgütün halen aktif olduğu ve 136 örgütün ise isim değiştirerek veya bölünerek faaliyetlerine devam ettiği, kalan 268 örgütten 27 tanesi (%10) örgütlerin amaçlarına ulaşması, 20 tanesinin (%7) askeri tedbirler ile 107 tanesinin (%40) polisiye tedbirler ile 114 tanesinin (%43) ise müzakere ve barış anlaşmalarını da kapsayan siyasal tedbirler ile yok edildiği bulgusuna ulaşılmıştır. . Her ne kadar her bir terör örgütü ve her müzakere örneği (ETA, IRA, LTTE, KCK) birbirinden bağımsız ve farklı bileşenlere sahip olsa dahi bu örnekler mücadele bakımından genel konseptin çizilmesinde yol gösterici olabilecek niteliktedirler. Bu bağlamda müzakere tekniğinin terörizmle mücadeledeki önemi ortadadır. Tarihsel bir analoji olarak; tam anlamıyla bir terör örgütü kabul edilemeyecek ancak devlete karşı isyan bağlamında benzer özellikler taşıyan 16-18. yüzyıllardaki “eşkıya” yapıları ile mücadelede eden Osmanlı Devleti bu hoşnutsuz grupların yeniden kazanılması veya yok edilmesi açısından müzakere tekniği kullanmıştır .Eşkıya oluşumlarına nazaran daha farklı ve karmaşık yapılar olan terör örgütleri ile yürütülecek müzakere süreçlerindeki başarı önceden düşünülmüş stratejik adımlara bağlıdır. SWOT tekniği bu adımların tespitinde yön gösterici olabilecek adımların tespitinde kullanılabilecek bir analiz yöntemidir.
Müzakere sürecinde taraflardan birisi devlet diğeri ise terör örgütüdür. Sürecin doğası gereği devletler, terör örgütleriyle masaya oturmak durumundadırlar. Görüşmeler, hükümetlerin önceden planladığı süreçler olarak sadece örgüt yöneticileri ile yürütülmemeliydi). Bunun yanı sıra toplumsal etki oluşturabilecek her türlü sivil toplum kuruluşları, dernekler, vakıflar, konunun tarafı olabilecek siyasi partiler ve kanaat önderleri ile de temasa geçilmeli ve sürece bir şekilde dâhil edilmelidirler. İspanya’nın ETA ile mücadelesindeki başarısının altında yatan ana unsur Bask bölgesinin bağımsızlığını savunan siyasi partilerden kanaat önderlerine tüm toplumsal yapıyı müzakere sürecine dâhil edebilmesidir .IRA ile Birleşik Krallık hükümetlerinin bir dönemki görüşmelerinde din adamları arabuluculuk görevi üstlenmeleri ve Sinn Fein’in yanı sıra diğer siyasi partilerinde sürece katılımlarını sağlama çabaları müzakereleri olumlu etkilemiştir . Müzakere süreçlerinin olumlu sonlandığı örneklerin hemen hemen hepsinde müzakere masasında, terör örgütü yöneticilerinin yanı sıra bir şekilde diğer toplumsal aktörlerde yer almaktadırlar.[10] Uzun süre JİTEM’de görev yapmış olan Ahmet Cem Ersever’de bu tür olayların şiddetle bastırılmayacağını,devlet şiddet kullanırsa en büyük hatayı yapmış olacağını[11] söyler.

a) İSPANYA ETA ÖRNEĞİ
Türkiye
gibi İspanya da etnik temelli, ayrılıkçı terörizmle uzun zamandır mücadele etmektedir. General Franco’nun İspanya İç Savaşı (1936–1939) sonrasında yönetime gelerek, 1975’te ölümüne kadar ülkeyi dikta rejimiyle yönetmesi ve bu süreçte tüm otonom yönetimleri yasaklaması, otonom yönetimlerin liderlerini ya sürgüne gönderip ya hapsettirip ya da idam ettirmesi, tüm bölgesel semboller, bayraklar ve bütün kamu alanları ile eğitimde Kastilyaca dışındaki dillerin kullanımının yasaklanması, Bask bölgesinin özerklik talepleri ve son olarak da General Franco rejiminin Basklılara yönelik sert ve tavizsiz uygulamaları neticesinde “Bask Milliyetçiliği” keskinleşmiş ve 1959 yılında ETA terör örgütü ortaya çıkmıştır. ETA terör örgütünün 1968’de ilk kanlı eylemine başlamasından sonra, İspanya da bir terörle mücadele stratejisi geliştirmiş ve bu bağlamda bir konsept oluşturmuştur. 1968 yılından 1978 yılında demokrasiye geçişe kadar olan süreçte ETA terörüne karşı alınan tedbirler sert olmuş, ülkenin bazı bölgelerinde sıkıyönetim ilan edilerek birçok örgüt üyesine karşı da yoğun bir tutuklama kampanyası başlatılmıştır. Tutuklamalar sadece örgüt üyelerini kapsamamış, masum sivil halk da 113 bu uygulamalardan etkilenmiştir. Bu baskı süreci de ETA terör örgütünün eylemlerini artırmasına zemin hazırlamıştır. ETA eylemlerine karşı süreç içinde tecrübe kazanan İspanya yönetimi bu bağlamda aldığı tedbirleri, hayata geçirmeye başlamıştır. Franco döneminde orduya bağlı olan polis güçleri sivilleştirilmiş ve 1978 yılında polis özel harekât birlikleri kurulmuştur. Polisiye ve askeri alanda alınan tedbirler, ETA’nın en büyük mali kaynaklarından olan adam kaçırma olaylarında önemli oranda düşüş yaşanmasını sağlamıştır. Ancak aynı dönemde yapılan bazı hukuki düzenlemeler (gözaltı süresinin 10 gün olması gibi) tepki çekmiş ve bu da ETA eylemlerini tekrar artırmıştır. İspanya’da 1982’de iktidara gelen Sosyalist İşçi Partisi’nden (PSOE) itibaren, günümüze kadar gelen süreçte terörle mücadele konseptinde bir takım değişiklikler olmuştur. Yalnız bu değişiklikler hep mücadele yöntemlerini geliştirme ve daha da iyi hale getirme adına atılmış adımları içermektedir ve bu girişimler başarıyla sonuçlanmıştır. 1982’den 1996’ya kadar devam eden PSOE iktidarı döneminde, terörle mücadelede polisiye tedbirlerin yanı sıra sosyal ve ekonomik tedbirler de birbirine paralel olarak alınmıştır. Buna ek olarak silahlı mücadeleyi reddeden örgüt üyelerinin affedileceği duyurulmuştur. Diğer yandan, İspanya’nın 1986’da Avrupa Topluluğu’na (AT) üye olmasının, terörle mücadelede başarılı olmasında önemli payı vardır. Bu süreçte yapılan demokratik açılımlar, İspanya’ya beraberinde uluslararası destek de sağlamıştır. Halk Partisi’nin (PP) 1996–2004 yılları arasında iktidar olduğu dönemde, ETA’yla mücadelede, polisiye tedbirlerin yanı sıra hukuki düzenlemelere de ağırlık vermiştir. Bunun yanında en göze çarpan hükümet politikası, terör örgütünün siyasi uzantılarının sona erdirilmesine yönelik çalışmalardır). PP iktidarının bir diğer uygulaması da önceki PSOE iktidarının başlattığı uluslararası işbirliğinin devam ettirilerek, diğer ülkelerin ETA’ya olan desteğinin kesilmesi yönünde yapılan çaılşmalar olmuştur. 2004 yılında iktidara gelen Zapatero liderliğindeki PSOE hükümeti, önceki iktidarlara nazaran daha yumuşak ve müzakereye açık politikalar izlemiştir. Bu 114 süreçte mücadeleye halk da dâhil edilerek, öncelikle halkın desteğinin kazanılması ve böylece ETA terör örgütünün “ötekileştirilmesi” sağlanmıştır. Bu doğrultuda terörle mücadelenin silahsız boyutuna ağırlık verilerek, Bask bölgesi halkına yönelik kuvvet kullanma uygulamalarından kaçınılmış ve bölgeye geniş siyasi haklar verilmiştir. Bu başarının altında yatan en önemli etkenlerden biri de Bask bölgesinde faaliyet yürüten ve ETA’yı desteklemeyen siyasi partilerle girişilen diyalog ve imzalanan anlaşmalardır Halk desteğini kazanma adına atılan bu adımlarla hükümet kendi politikalarını halka net bir şekilde anlatabilmiş ve bunda başarılı olmuştur. Görüldüğü gibi, İspanya’da terörizmle mücadele konsepti belirlenirken mücadelenin sadece bir ayağı olan askeri ve polisiye tedbirler tek başlarına uygulanmamıştır. Bu tedbirlerin yanı sıra ekonomik, sosyal, kültürel, siyasi, hukuki ve uluslararası alanda da gerekli tedbirler alınarak ETA terör örgütüne faaliyet alanı bırakılmamış ve terör örgütü iyice zayıflatılmıştır. Neticede terör örgütü tam anlamıyla bitirilememiş olsa da eylem yapma gerekçeleri ortadan kaldırılmıştır[12]

b) İngiltere-IRA örneği
Bu olayın içyüzü İngiltere’nin 12. yy’de İrlanda adasını ele geçirmesiyle başlamıştır.Yani çok uzun bir süreci içeriyor.Ben burada bunu anlatamayacağım(yazının konsepti sınırlı olduğu için) Ama burada İngiltere’nin masaya oturma ve belli alanlarda yaptığı düzenlemelerden bahsedeceğim.
İngiltere’de IRA terörünü önlemek maksadıyla alınan pek çok tedbirler şöyle özetlenmiştir:

  1. Güvenlik/ Polisiye Tedbirler: İngiltere, terörle mücadele edecek özel güvenlik birimleri oluşturmuştur. Bu birimlerin başında ‘SAS’ (Special Air Service) gelmektedir. 1988 yılında SAS’ın silahsız üç IRA üyesini öldürmesi , bu birliğin gerekirse tüm IRA üyelerini öldürebileceğini göstermiştir. SAS’ın yanı sıra, ‘Kraliyet Ulster Güvenlik Teşkilatı’ ve ‘Ulster Savunma Alayı’ diğer terörle mücadele eden güvenlik birimleridir.
  2. Yasal Tedbirler: İngiltere’de terörle mücadele konusunda iki yasa bulunmaktadır.

Birincisi 1974 yılında yürürlüğe girmiş olan Terörü Önleme Geçici Yasasıdır. Bu yasa Parlamentoda yılda bir kez görüşülmekte ve zamanın şartlarına göre değişikliklerin yapılabileceği esnekliğe sahiptir.

Bu yasa bağlamında, ilgili bakana, terörle ilgili şüpheli kişileri İngiltere ve Kuzey İrlanda dışına çıkarma ya da bu kişilerin bu ülkeye girişini engelleme yetkisi ile polislere terörizm ile ilgili olarak gözaltı belgesi olmadan şüphelileri 48 saat gözaltında tutmak ve ilgili bakanın izni ile bu süreyi beş güne kadar uzatmak yetkisi verilmiştir. Terörist örgüt üyeleri ile mülakat yapılması ve yayınlanması yasaklanmıştır.

Halka açık alanlarda terör örgütlerinin renklerini içeren kıyafet giyenlerin altı aya kadar hapsedilmeleri öngörülmüştür. Terör eylemlerini önceden haber almak için, polise belli durumlarda posta gönderilerini açma ve telefon dinleme yetkisi verilmiştir.
Diğer bir yasa olan Kuzey İrlanda Olağanüstü Koşullar Yasası ise, idareye, Terörü Önleme Geçici Yasası’ndan daha fazla yetki vermektedir. Bu yasa bağlamında, polis şüpheli evlere girmek ve arama yapmak, düzeni sağlamak bakımından yargı öncesi bazı yayınları durdurmak, terör örgütü üyesi olduğundan kuşku duyulan kişileri oturma ve seyahat özgürlüklerinden alıkoymak gibi haklar tanınmıştır.

  1. Ekonomik ve Sosyal Tedbirler: Kuzey İrlandalı Katoliklerin ekonomik ve sosyal yönden Protestanlarla eşit olmamaları ayaklanma nedenlerinden bir tanesidir.

Bu yüzden İngiltere, kimi ekonomik ve sosyal tedbirler alma gerekliliği hissetmiştir. Kuzey İrlanda’da gerçekleşen terör eylemleri bu bölgenin yatırımcılar için cazip olmamasına neden olmuştur. Bu nedenle, bölgede devlet yatırımı yapılarak kişilerin gelirlerinin devlet tarafından sağlanması gerçekleştirilmiştir.

Eşitsizliğe dayalı sorunları gidermek için Yoksunluğa Son Verme Programı geliştirilmiştir. Bu Program bağlamında, 10 kişiden fazla kişinin çalıştığı işyerlerinde işgücünün dinsel kompozisyonu inceleme altına alınmış ve kişilerin dini mezhebinden dolayı iş yerinde ayrımcılığa uğramalarının önüne geçilmeye çalışılmıştır. ‘Birlikte Tatil Yapma Projesi’ geliştirilerek Katolik ve Protestan topluluklarının kaynaşmasını sağlamak hedeflenmiştir.

  1. Uluslar arası Tedbirler: IRA’nın bulmuş olduğu dış desteği kesmek amaçlı İngiliz hükümeti adımlar atmıştır. İngiliz hükümeti, destek veren ülkelerin uluslararası arenada dışlanmasını mümkün kılarak, desteğin kesilmesini sağlamıştır.
    Bir başka araştırmacı ise IRA-İngiltere çatışmasının sona ermesinde şu esaslara dikkat çekmektedir:
  2. Güvenlik önlemlerinin yeterli olmadığını görme: Temmuz 1970’de 6 aylığına Belfast’a gelen İngiliz kuvvetleri 38 yıl burada kaldı. Sadece IRA ile değil, milliyetçi nüfusla da çatıştı. IRA militanları Katolik İrlandalılardan ayrılmaya çalışılarak, adi suçlu gösterilmek istendi. Bu durum uzun vadede IRA’nın halka dönüp, “Hayatlarını sizin uğrunuza feda etmeye hazır oğullarınıza ve kızlarına adi suçlu muamelesi yapılıyor. Bunu kabul edecek misiniz?”Bu politikalar tutmadı, hatta ters bile tepmişti.
    Bu arada İngiliz kuvvetleri tam bir “nizami savaş” mantığı içerisinde; “savaş, düşman ve bölgenin kontrol altına alınması” gibi savaş mantığı içerisinde hareket ediyordu. 1985 yılına gelindiğinde sorunun savaş mantığı ile çözülemeyeceği anlaşıldı.
  3. Sorunun gerçek yüzüyle tanınması ve kabullenilmesi: İngilizler siyasi yollara başvurulsa dahi, güvenlik önlemleriyle IRA’nın etkisizleştirilebileceğini düşünüyordu.

Margareth Thatcer’in başbakan olduğu 1975-1979 döneminde katı bir “Birlikçiler” (Protestan İrlandalılar) taraftarlığı hakimdi. Katoliklerin talepleri “ayrılıkçı talepler” gibi değerlendiriliyordu.
Öte yandan, 1980’lerin ortalarından itibaren IRA’nın siyasi kanadı Sinn Fein’de de çok kişi IRA’nın askeri mücadeleyi sürdürerek İngilizleri Kuzey İrlanda’dan atamayacağını görmeye başlamışlardı. İngiliz kuvvetleri de “halk desteği” bulunan IRA’yı kontrol edebilse dahi, tamamen ortadan kaldıramayacağını görüyordu. Çatışma artık “olgunlaşma noktası”na ulaşmıştı. Bu durumu bilenlere göre, şiddetin devamı ya da artırılması, barışı öngören alternatiflerden çok daha yüksek maliyetli idi. İki tarafta da bu durumu görenler mevcuttu.

  1. Muhatap Belirleme: İngiltere uzun süre IRA’nın siyasi destekçisi gibi gördüğü Sinn Fein’i muhatap görmemişti. Ne zaman ki Kuzey İrlandalı Protestanların da sürece dahil edilmesini ileri süren SDLP öne çıktı, ondan sonra bu parti muhatap alındı. Seçimlerede %20 oy alan SLDP, bir anda Başbakan John Major tarafından muhatap alınmıştı. Bu arada süreç ışında kalan Sinn Fein da SLDP ile görüşerek sürece dolaylı muhatap olmuştu. Her iki partinin liderlerinden Gerry Adams ve John Hume sık sık bir araya gelerek bu süreci değerlendirmişlerdi.
  2. Eylemlerin Durması ve ülke topraklarının silahlı teröristlerce arındırılması: İngiltere; sindirilemeyeceğini, aksine IRA’nın terörist faaliyetlerine güçlü bir şekilde karşılık vereceğini göstermişti. Tüm mücadelesine rağmen IRA, İngiltere’yi Kuzey İrlanda’dan çıkaramamıştı.
  3. Silahsızlanma: Tony Blair İngiltere’de iktidar oluncaya kadar Kuzey İrlanda’daki görüşmelerin önünü tıkayan en önemli konu buydu.

1993’te Sinn Fein’e, açıkça silahların teslim edilmesi beyan edilmeksizin “IRA’nın şiddeti durdurması kaydıyla” Kuzey İrlanda’nın geleceğine ilişkin siyasi müzakerelere katılma imkânı sunuldu. Mayıs 1997’de Blair’in ezici bir çoğunlukla iktidar olması üzerine “silahsızlanmanın bir ön şart olmayacağı”, tüm partilerin katımlıyla müzakerelerin yürütüleceği bir sürecin başladığını bildirdi.

Bundan sonra tamamen silahsızlanma için uzun bir süre beklemek gerekti. Öyle ki Uluslararası Bağımsız Silahsızlanma Komisyonu (IICD), Eylül 2005’te kendisi ve bağımsız tanıkların, IRA’daki mevcut silahların kullanılmayacak derecede etkisizleştirildiğini açıklayabildi.
Bu tecrübe şunu göstermişti: Her ne kadar tam ateşkes ve şiddet olaylarının durdurulması ön koşul ise de, ayrıca taraflar arasındaki güven inşası için barış görüşmeleri sürdürülmeli ve bu arada silahsızlanma da başlatılmalıydı.

  1. Af: Bu durum da karşılıklı güven inşasında önemlidir. IRA’ya ait mahkûmlar erken salıverilmişti. 10 Nisan 1998’den sonra 450 mahkûm “şartlı” olarak tahliye edildiler. Bunlardan 242’si Cumhuriyetçi örgütlere, 196’sı Loyalistlere mensuptu. Yasada 10 Nisan 1998’den önce işlenmiş terör suçları için bazı hafifletici çareler bulundu.

Bunlar ömür boyu hapis ya da en az beş yıl hapis cezası olacak şekilde düzenlendi. O sırada bir terör örgütüne desteği devam etmeyenler ile serbest bırakılması halinde terör örgütünün destekçisi olmayacağı kanaati verenler için serbest bırakılma fırsatı da getirilmişti. Keza, cezalarının üçte birini çekmiş olanların da derhal salıverilmeleri ile ömür boyu hapis cezası alanlar için bazı hafifletici düzenlemeler getirilmişti. Burada esas sorunu hala örgütte devam eden militanların durumu oluşturuyordu. Bunlardan 10 Nisan 1998 tarihinden önce suç işleyenler için bulunan ara formül şöyle idi:

“a. Halen terör faaliyetini sürdüren bir örgütün mensubu olmamaları, halen terörizmle uğraşıyor olmamaları,
b. Bu tarihten sonra 5 yıl veya daha fazla cezayı gerektirecek bir suç işlemeleri halinde, başvuruları üzerine bir komisyonca uygunluklarına karar verileceği,
(1) Bu kararı alanların serbestçe Kuzey İrlanda’ya dönecekleri,
(2) Bu komisyon kararının özel mahkemeye gönderileceği,
(3) Mahkemenin yapacağı kovuşturma sonucunda ilgilisinin yargılanmayı gerektirir bir suç işlediğine kanaat getirmesi halinde yargılama yapacağı,
(4) Bu yargılamada sanığın bulunmayacağı, avukatının gelebileceği, sonuçta verilecek cezanın ise hemen yukarıdaki, mahkûmlara uygulanan hükümlere tabi tutulacağı belirlenmişti. Böylelikle ‘kanun kaçağı’ durumunda olanlara cezaevine girmeksizin yargılanıp serbest kalma imkânı getiriliyordu.”

  1. Haklar Temeline Dayalı Politika Geliştirilmesi: Terörün hortlamasını önlemek üzere siyasi, sosyo-kültürel önlemlerin alınması da önemlidir. Bu maksatla yerel halkın kalbinin ve akıllarının kazanılması, muhalefetle işbirliği yollarının bulunması düşünüldü. İngiliz hükümetlerinin konut, istihdam ve polis servisindeki ayrımcılığı kaldırma girişimi yararlı oldu.

Katolikler zamanla eşitlik, insan hakları, güç paylaşımı dâhil tüm “sivil haklara” sahip olduğu görüldü. Bunların bir ayrıcalık değil, doğuştan gelen haklar olduğu kabullenildi. Entegre eğitim sistemi, yerel-küresel vatandaşlık eğitimleri gibi çalışmalar da IRA’yı destekleme azmindeki Cumhuriyetçileri farklı düşünmeye sevk etti. Böylece hükümet siyasi bir stratejiyi formüle edip yürürlüğe koyuncaya kadar, askeri önlemler de durumun kontrolü için alındı.

  1. Ekonomik Kalkınma Programları: Çatışma süreci içerisinde ekonomik kalkınma programlarının özellikle de yerel ekonomi sektörü için yürürlüğe konması, şiddetin sona erdirilmesini desteklemektedir. Şiddetin azalmasıyla ekonomik hedefler daha kapsamlı olarak devreye sokulur. Barış süreci ile birlikte ekonomik önlemlerin aynı anda başlatılması, ekonomiyi bahane edenler için önleyici bir tedbir gibidir.
    Kuzey İrlanda’da ekonomik önlemlerin devreye sokulmasında özellikle ABD ve AB üslendi, bölgeyi geliştirme özel yatırımcıları bölgeye çekmek için milyarlarca dolar harcama yapıldı.
  2. Toplumsal Kaynaşma Politikaları: Uzun süren çatışmalar sebebiyle taraflar arasında kapanması güç derin izler bırakmaktadır. Ölenlerin ailelerinin, yaralıların acılarının hafifletilmesi, toplumsal bölünmenin getirdiği karşılıklı güvensizlik kaygılarının giderilmesi, çatışmayı körükleyen ekonomik sıkıntıların giderilmesi bu izlerin zamanla silinmesinde belirleyici rol oynamaktadırlar.
    : Her grubun kendi okulu, kendi gazeteleri, kendi siyasi partileri, kendi kültürel ve spor organizasyonları, karşı tarafı “güvenilmez” gibi gösterin tarihi mevcut Kuzey İrlanda’da bu bölünmüşlüğü gidermek çok daha güçtü. Üstelik dini bölünme (Katolik ve Protestan) çok derin etkiler bırakıyordu. Nüfusun %90’ı kendi grubundan insanların bulunduğu semtlerde yaşıyordu. Bu derin bölünmüşlüğü gidermek için AB destekli projelere sarıldılar. Çocukların ayrılmış yerine karışık okullara gitmesi teşvik edildi. Toplumların bir diğerinin bayramına saygı göstermesi sağlanmaya çalışıldı. Polis gücünde Katolikler de istihdam edilmeye başlandı. Böylelikle iki tarafı zamanla husumetten arındırıcı, birbirlerine saygılı ve kaynaştırıcı formüller üretilmeye çalışıldı.[13]

c) Kolombiya-FARC örneği
Nüfusu 48 milyonu aşan Latin Amerika ülkesi Kolombiya’da devlet ile sol görüşlü Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) arasında 52 yıl süren, yaklaşık 260 bin kişinin ölümüne ve 6 milyonun göç etmesine neden olan iç çatışma, Kasım 2016’da barış anlaşmasının imzalanmasından bu yana yerini sükunete bırakmış görünüyor.
FARC‘ın Timoçenko adıyla bilinen eski lideri Rodrigo Londono, yarım yüzyılı aşan çatışma sürecinin ardından 27 Haziran 2017’de elindeki son silahı Birleşmiş Milletlere (BM) teslim ettiği La Guajira toplanma alanındaki törende, dönemin Devlet Başkanı Juan Manuel Santos ve BM Kolombiya Misyon Şefi Jean Arnault huzurunda bir daha ellerine silah almayacaklarını ilan etti.
Dönemin Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreteri Ban Ki-mun’un katılımıyla yapılan sembolik barış anlaşması sayesinde Santos, Nobel Barış Ödülü’ne layık görüldü.
Kolombiya hükümeti, eski FARC liderleriyle görüştü
Kolombiya hükümeti ve eski FARC liderleri 7 Kasım’da başkent Bogota’daki Devlet Başkanlığı Sarayı’nda görüşerek eski FARC savaşçılarına karşı son aylarda artan şiddetin durdurulması için birlikte çalışma sözü verdi.
Hükümet, Kolombiya’da eski FARC savaşçılarının istihdam edildiği ve sivil hayata atıldığı bölgelerde toplantılar düzenlenmesi yönünde karar aldı.
Devlet Başkanı Ivan Duque’nin FARC ile hükümet arasında 2016’da imzalanan barış anlaşmasının uygulanmasını denetleyen danışmanı Emilio Archilla, görüşmeden sonra yaptığı açıklamada, “Hepimiz aynı tarafta olduğumuzun farkındayız. Düşmanlarımız var. Onlar aynı düşmanlar.” ifadesini kullandı.
Eski FARC liderlerinden Pastor Alape da hükümetin kendileriyle görüşmesini “cesaret verici bir etkinlik” olarak nitelendirdi.[14]
AKP hükümeti ve bu soruna yaklaşımı
1
– “Pişmanlık Yasası” olarak bilinen ve ilk defa 1985 tarihinde çıkarılan “Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun”da düzenlemeler yapılarak bugüne kadar yedi kez değiştirilerek yürürlüğe girmiştir. En son kanun ise Ağustos 2003’te “Topluma Kazandırma Kanunu” ismiyle çıkarılarak 6 ay süre ile yürürlükte kalmıştır. Pişmanlık yasası geçmişte terör örgütünün bölünmesinde ve teslim olan terörist sayısının artışında önemli rol oynamıştır. Bu yasa sayesinde örgütten ayrılan ve teslim olan teröristlerden önemli bilgiler edinilmiş ve örgüte önemli kayıplar verdirilmiştir.
2– “Taş Atan Çocuklar Yasası” olarak bilinen, TMK ve bazı kanunlarda yapılan değişikliklerdir. Önceki haliyle, terör örgütü PKK’nın şehir merkezlerinde organize ettiği gösterilerde ön plana sürülen çocuklardan bazıları gözaltına alınarak ağır ceza mahkemelerinde yargılanmaktaydılar. Düzenlenen ve 22 Haziran 2010 tarihinde TBMM Adalet Komisyonu’nda kabul edilen tasarı daha sonra TBMM’den de geçerek yasalaşmıştır. Yasa’ya göre; teröre bulaşan çocuklar, katıldıkları kanuna aykırı toplantı ve gösteri 116 yürüyüşlerinde ihtar ve zor kullanmaya rağmen dağılmayanlara verilen cezanın alt sınırı 1,5 yıldan 6 aya indirilecektir. Cezanın üst sınırında (3 yıl) değişiklik olmayacaktır. Yapılan değişikliğin en önemli düzenlemelerinden biri de, terör suçuna bulaşmış 18 yaş altındaki çocukların, ağır ceza mahkemeleri yerine, çocuk mahkemelerinde yargılanmasını öngören iyileştirmedir Düzenlemeyle; çocuklar, özel yetkili ağır ceza mahkemelerinde yargılanamayacak, bu mahkemelere özgü soruşturma ve kovuşturma hükümleri uygulanmayacaktır. Buna göre, TMK kapsamında suçlanan çocuklar da çocuk mahkemelerinde yargılanacaktır[15]
3– Kürtçenin kullanımı önündeki yasal engellerin kaldırılması AK Parti hükümetleri döneminde gerçekleşti. AK Parti 2003’teki kanun değişikliğiyle 1587 sayılı Nüfus Kanunu’nun 16. maddesi ile ebeveynlerin çocuklarına Kürtçe isim koymasının engellenmesi yasağını kaldırdı. 2009’da çıkardığı “Özel Radyo ve Televizyon Yayınları Yönetmeliği” ile de özel radyo ve televizyonların Türkçe dışındaki dil ve lehçelerde yayın yapmalarını sınırlayan eski yönetmeliği yürürlükten kaldırdı.
4- Kürtçenin kullanımı ve öğrenimi konusunda yasal engeller bir bir aşılırken, AK Parti bu alanda hukuki düzenlemelerle yetinmedi; 26 Haziran 2008’de yürürlüğe giren 5767 sayılı “Türkiye Radyo ve Televizyon Kanunu ile Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında Kanunda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun” kapsamında “Kurum tarafından Türkçe dışında farklı dil ve lehçelerde de yayın yapılabilir” ifadesinin kanun maddesine eklenmesiyle TRT tümüyle Kürtçe yayın yapacak bir kanal çalışmalarına başladı. 25 Aralık 2008’de test yayınlarına başlayan TRT Şeş (TRT 6, bugünkü adıyla TRT Kürdi) 1 Ocak 2009 tarihi itibarıyla Kürtçenin Kurmanci ve Sorani ağızları ile Zazaca dillerinde normal yayına başladı.
5-Anayasa Mahkemesi’ne bireysel başvuru yapabilmeyi mümkün kılıp bunun yanı sıra askeri yargının alanını daraltarak barışçıl Kürt örgütlenmesinin önündeki engelleri dolaylı olarak kaldıran 2010 Anayasa referandumu, doğrudan etkisini ise parti kapatma davaları konusunda
getirdiği değişiklikler ile yapmıştır. Bu adımlarla Meclis dışındaki siyasi alanlardaki faaliyetlerin kapsamı genişletilmiştir.[16]

Bide bununla birlikte yıllarda Türkiye’nin vur, kır, parçala tarzında izlediği bu çözümü yine aynı yöntemler ile izleyeceğini düşünen Batılı devletlere Türkiye hiç beklenmedik bir proje ile gelerek Bu bağlamda, Türkiye’de özellikle AB sürecinde hayata geçirilen siyasal reformlar, hem bireysel hak ve özgürlükler alanında önemli gelişmeler sağlamış, hem de terörle mücadelenin daha demokratik zeminde ve şeffaflık içinde yürütülmesi için gerekli yasal düzenlemeler gerçekleşmiştir. PKK’nın bir terör örgütü olduğunun diğer ülkelere anlatılması kapsamına yapılan çalışmalarda da başarı sağlanmıştır. Bu bağlamda 13 Ocak 2004’te ABD hükümeti PKK ve ona bağlı tüm oluşumları (KADEK/ KONGRA-GEL) terör örgütü listesine dâhil etmiştir. Yine aynı yıl, 5 Nisan 2004’te bu sefer AB, PKK/KONGRAGEL’i terör örgütleri listesine almıştır. İngiltere Parlamentosu’nun PKK’yı ve örgütün kullandığı diğer isimler olan KADEK ve KONGRA-GEL’i yasaklayan kararı da 14 Ağustos 2006 tarihinde yürürlüğe girmiştir. KONGRA-GEL ve KADEK‘i yasaklamak için bir süredir çalışma yürüten İngiltere Parlamentosu’nun, kendilerine 122 Kürdistan Özgürlük Şahinleri (TAK) adını veren örgütü yasaklayan bir diğer kararı da 25 Temmuz 2006 tarihinde kabul edilmiştir.[17]
Görüldüğü gibi verdiğimiz belli örneklerde de diğer devletler bu sorunun çözümünde askeri yol tıkandığı zaman siyasi yola başvurmaktan ve temsilciler ile görüşmekten çekinmemiş ve bu olayı hukuki,ekonomik ve toplumsal olarak çözmeye çalışmışlardır.
Son olarak Türkiye’de bu sürecin neden tutmadığını belirtmek istiyorum
Süreç neden işlemedi ?
1- Görüldüğü gibi diğer ülkelerde bu olay çözülürken siyasal muhalefetinde iktidarın yanında olduğu ve destek verildiği görülürken bizde siyasal muhalefet iktidarı bu konuda yalnız bıraktı.
2-Habur olayında teslim olan terör örgütü mensupların kıyafetlerini çıkarmayarak bu olayı “siyasi bir şova” dönüştürmesi ve sivil yolu reddetmeleri de önemli bir etkendir
3-Bu sorunu çözmeye çalışan iktidara karşı Kürtleri temsil ettiğini söyleyen siyasetçilerin sürekli Abdullah Öcalan’ı göstermeleri ve onun direktiflerine önem vermeleri hükümeti otomatik olarak Abdullah Öcalan ile ilişki kurmaya ve sorunu onunla görüşmeye itmiştir.Diğer ülkelerde siyasi temsilciler ile yapılan görüşmelerin aksine Türkiye’de sorunun bizzat İmralı’da görüşülmesi gerektiğini söyleyen siyasetçiler bu olayın siyasi düzlemde çözülmesinin önüne set çekmiştir.

KAYNAKÇA
[1] Ömer Kürkçüoğlu,Mondoros’tan Musul’a Türk-İngiliz İlişkileri, İmaj Yayınevi,Ankara,Ekim 2006,sayfa:376
[2]Fikret Başkaya,Paradigmanın İflası,Doz Yayınları,Birinci Baskı,Beyoğlu/İstanbul,1991,sayfa:55
[3] Fikret Başkaya,Paradigmanın İflası,Doz Yayınları,Birinci Baskı,Beyoğlu/İstanbul,1991,sayfa:56
[4]Erik Jan Zürcher,Modernleşen Türkiye’nin Tarihi,İletişim Yayınları,4.Baskı,sayfa:205
[5]Ahmet Demirel,Tek Parti’nin Yükselişi,İletişim Yayınları,2.Baskı,İstanbul,2021 sayfa:198
[6] Ahmet Demirel,Tek Parti’nin Yükselişi,İletişim Yayınları,2.Baskı,İstanbul,2021 sayfa:199
[7] Ahmet Demirel,Tek Parti’nin Yükselişi,İletişim Yayınları,2.Baskı,İstanbul,2021 sayfa:218-219
[8] Ahmet Demirel,Tek Parti’nin Yükselişi,İletişim Yayınları,2.Baskı,İstanbul,2021 sayfa:230
[9] Fatih Mustafa ALTUN, TÜRKİYE ve İSPANYA’NIN TERÖRLE MÜCADELE POLİTİKALARININ KARŞILAŞTIRILMASI, HAZİRAN 2010,sayfa:108-110
[10] Emin Güneş, “Terörizmle Mücadelede Yeni Bir Trend Olarak Terör Örgütleriyle Görüşme Tekniği: PKK/KCK Örneği”, İstanbul Gelişim Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 6 (2), Ekim 2019, sayfa:268-271
[11]Soner Yalçın,Binbaşı Ersever’ in İtirafları,Kırmızı Kedi Yayınevi,6.Basım,sayfa.66
[12] Fatih Mustafa ALTUN, TÜRKİYE ve İSPANYA’NIN TERÖRLE MÜCADELE POLİTİKALARININ KARŞILAŞTIRILMASI, HAZİRAN 2010,sayfa:112-114
[13] http://acikistihbarat.com/Goruntule.aspx?id=9778
[14] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/farc-ile-52-yillik-savasin-bittigi-kolombiyada-sukunet-hakim/2053854
[15] Fatih Mustafa ALTUN, TÜRKİYE ve İSPANYA’NIN TERÖRLE MÜCADELE POLİTİKALARININ KARŞILAŞTIRILMASI, HAZİRAN 2010,sayfa:115-116
[16] https://kriterdergi.com/dosya-ak-parti-siyaseti/ak-parti-hukumetleri-doneminde-kurt-meselesinin-evrimi
[17] Fatih Mustafa ALTUN, TÜRKİYE ve İSPANYA’NIN TERÖRLE MÜCADELE POLİTİKALARININ KARŞILAŞTIRILMASI, HAZİRAN 2010,sayfa:121-122

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.