12 Eylül 2023 Salı
Murat Kaya: Kapadokya’nın Kültürel Mirasını Koruyarak Turizmi Yükseltiyor
Yabancı ilgisini üzerine çeken yerli hisseler
İçişleri Bakan Yardımcısı Karaloğlu: "Huzur ortamının korunması için çalışacağız"
Turnuvaya giden 6 futbolcu kaçırıldı, güvenlik güçleri operasyon için düğmeye bastı
Pakistan‘da güvenlik güçleri, 9 Eylül’de Belucistan eyaletinde kaçırılan 6 futbolcuyu kurtarmak için operasyon başlattı.
OPERASYON BAŞLATILDI
Ulusal basındaki haberlere göre, Belucistan‘ın Dera Bugti bölgesinde yerel bir turnuvaya katılmak için seyahat ettikleri sırada silahlı kişiler tarafından 9 Eylül‘de kaçırılan futbolcuların akıbeti belirsizliğini koruyor. Güvenlik güçleri, kaçırılan futbolcuların kurtarılması için operasyon başlattı.1
4 ŞÜPHELİ YAKALANDI
Dera Bugti‘deki üst düzey yönetici Azhar Şehzad, AA muhabirine, güvenlik güçlerinin olayla ilgili şu ana kadar 14 şüpheliyi yakaladığını ve bu kişilerin sorgulandığını söyledi. Şehzad, futbolcuları kaçıranların farklı eyaletlere geçişlerinin engellenmesi için eyaletler arasındaki geçiş noktalarının da tutulduğuna işaret etti.
SİVİLLERE VE ASKERLERE SALDIRI DÜZENLENİYOR
Eyalet, onlarca yıldır İslamabad yönetimiyle savaşan ayrılıkçı hareketlerin de merkezi konumunda. İsyancılar, yöre halkının Belucistan‘ın zengin yer altı kaynaklarından adil şekilde faydalanamadığını savunuyor. Ayrılıkçı gruplar, bağımsızlık talebiyle askerlere ve sivillere yönelik saldırılar düzenliyor.
Kaynak: AA / Spor Pakistan 9 Eylül Spor Haberler
Mustafa Kemal’i ölüme götüren İnönü, 27 Mayısçılar, 12 Eylülcüler ve 28 Şubatçılar zulümlerini neye sığınarak yapmışlardı? Tabii ki Kemalizm!
CHP, milletin inançlarına yönelik saldırılarını ne üzerinden yapıyor? Elbette Kemalizm!
İslam’a ‘Ortaçağ’ diyerek güya hakaret ettiğini sanan dönme ve sapkınlar neyin arkasına saklanarak söylüyorlar rezil sözlerini? Şüphesiz Kemalizm’in!
Demek ki, Kemalizm bunların zulüm ve küfürlerine sığınak yaptıkları araç ve ortak paydaları!
Türkçülük mü yapmak istiyorsunuz? Dönmeliğinizi mi gizlemek istiyorsunuz? Faşizme mi meyillisiniz? Alevilik maskesi altında Marksizm mi dayatmak istiyorsunuz? Celladınıza âşık mı olmak istiyorsunuz? Devleti mi ele geçirmek istiyorsunuz? Darbenize gerekçe mi lazım? İslam düşmanlığı mı yapmak istiyorsunuz? Osmanlı’ya küfür etme ihtiyacı mı duydunuz? Eşcinsellik propagandası mı yapacaksınız? Devleti mi hortumlayacaksınız? CHP’de yönetici mi olmak istiyorsunuz? Dersim katliamını gizlemek mi istediniz? Soygununuza maske mi gerekiyor? Tarikatlara sövme ihtiyacı mı hissettiniz? Bir vakfı veya bir hoca efendiyi mi aşağılayacaksınız? Kaçak yapınızın yıkılmasına mı engel olmak istiyorsunuz? Masonik faaliyetlerinize kılıf mı lazım? Bir başkasını aşağılamaya mı niyetlendiniz? Derin devletçilik mi oynayacaksınız? Kurban bayramından mı rahatsız oldunuz? Kitabınızın çok mu satması lazım? Diğer ülkeler adına yaptığınız ajanlık faaliyetinizin üstünü mü örtmek istiyorsunuz? Millî olanı kötülemek mi niyetiniz? Özgürlükleri mi kısıtlamak istiyorsunuz? Aileyi yok etmeyi mi kafaya koydunuz? Birini ihbar etmeyi mi düşünmektesiniz? İçinize üflenen şey kendi tarih ve değerlerinize yabancılaşmak mı?
Bütün bunlar için size Kemalizm yeter! Evet, hepsi ve daha fazlası için Kemalizm size on numara bir sığınak… CHP’nin ve Ankara Barosunun bu meyandaki ahvali ortada…
Mustafa Kemal parlak veya değil, bir Osmanlı paşasıydı. Yani gökten zembille inmedi. Hani “o olmasaydı olmazdık” diye zırvalayanlar var ya, o varsa Osmanlı sayesinde var, ama bu sadece akıllı insanların bilebileceği bir şey. Kemalizm afyonu yutturulmuş, tarih bilgisi fukarası bazı kimseler, Selçuklu, Osmanlı ve Anadolu diye bir yer yokmuş da yahut tümüyle elden çıkmış da, bir kahraman çıkmış, tek başına herkesi buralardan kovmuş, sonra sümme hâşâ yoktan bir halk/millet var etmiş gibi sözler ediyorlar.
Biz, mâzisi, geleneği, ceddi, tarihi, fetihleri, inancı olmayan köksüz bir millet miyiz ki, gücü yetmeyen biri bizi var etsin? Eğer o zat, tek başına bir şeyler yapmaya muktedir idiyse, İsmet İnönü, Kasım Gülek, Mim Kemal Öke ve diğer mason ekibin kendisini öldürmesine neden mâni olamadı?
‘MİLLİYETÇİ’ KEMALİSTLER
Türklerin Korkut Ata’dan sonraki yani Müslüman olduğu Asrı Saadet zamanından Kemalizm’e kadar ki dönemi yok etmeye çalışarak, alfabesini değiştirip mazi ve tüm medeniyet birikimi ile irtibatı kesen, kılık-kıyafetinden ezanına kadar her şeyini değiştiren, Müslüman Türk’ün hem Ümmet, hem de insanlık üzerindeki güç ve izzeti olan hilafetini kaldıran, inancından mukaddes kitabına her şeyini yasak eden, geçmişine küfreden, Kuzey Afrika’dan Viyana’ya dek uzanan toprakları Türk yurduna çeviren fatihlerin, Oğuz Han’ın, Sultan Alpaslan’ın, Sultan Fatih’in çocuklarının tüm mallarına çöküp gâvur ellere ölümüne sürgüne gönderen, Misak-ı Milli içindeki neredeyse Anadolu’nun yarısı kadar toprakları başkalarına hibe eden, dönmeleri yani “Kâbe Arab’ın olsun Çankaya bize yeter” narası atan, Türk olmayanları Türk’müş gibi kaydedip, devlet ve milletin başına musallat eden, ulema sınıfını asarak cenaze kaldıracak adam bile bırakmayan, ecdadın bin yıllık alfabesini yok eden, kitabeleri bile kazıyan, eğitim müfredatını Alman Yahudilerine yaptıran, camileri kapatan, Sultan Ahmet gibi şaheseri Bizans dönemi anfitiyatrosuna çevirmeye kalkan, Ayasofya’yı müzeye çeviren, Türklük iddiasında bulunup Türk dilini bir Ermeni’ye emanet eden ve Azerbaycan Türklerini Boraltan köprüsünde Rus’a öldürten, kısaca bizi biz yapan her şeyi içki sofralarına meze edip, bunun üstüne Yahudi Moiz Kohen’den Türklük öğrenen ve onu bu millete dayatan Kemalizm’e âşık, buna rağmen kendisini “Türk milliyetçisi” olarak tarif edenlerin hâllerine akıl sır erdiremezdim. Lakin mesele bundan ibaret değilmiş…
‘MÜCAHİD’ KEMALİSTLER
Biz, Türk milliyetçiliği yapanların Kemalistliğine taaccüp ederken, şimdi başımıza bir de “mücahid” diye bağıranların Kemalistliği çıktı.
Kendini ‘dindar’ veya ‘muhafazakâr’ olarak tarif edip, namaz kılan, hatta örtünen veya sakallı Kemalistler türedi… Anlamaya, dinlemeye bile tahammülsüz “mücahid” tipler. Onların bu hâllerini asırlar evvel Ömer Hayyam şöyle dile getirmiş:
Celladına âşık olmuşsa bir millet,
İster ezan, ister çan dinlet.
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet,
Müstahaktır ona her türlü zillet.
KEMALİZM’E İMAN EDENE BİR ŞEY DENMEZ
Kemalizm projesinin pozitivist bir inanç olduğu ortada. Kemalist doğmuş ve ona iman eden, İslam ve ecdat ile derdi olanlara ve dahi Kemalist olarak ölmeye yemin etmiş kimselere diyeceğimiz yok. Yol, tercih ve hesap onların meselesi. Lakin Kemalizm’i maske ederek; bize, devletimize, milletimize, İslam ve mukaddesatına saldırmak isteyenler ile fukara aklıyla üç günlük dünya menfaati için pozitivist bir inancı satın alan mücahid kılıklı muhafazakârlara diyeceklerimiz var.
Aslen Türk olmadığı halde Türk gözüken ve bir kısmı da Müslümanmış gibi yapanların Kemalistliği tabiî bir durum olup, mâzur görülür. Fakat sizlerin ki asla…
Benim öz dedem, Balkan savaşlarına, Çanakkale’ye katılıp dönmüş, ardından seferberlik ilanıyla yeniden cepheye koşup orada şehadet şerbeti içmiştir. Bu topraklar, kalubeladan beri Müslüman olan dedelerimizin kanlarıyla sulanmış, anamızın ak sütünden daha helâl ve daha bizim topraklardır. Bize ne birileri bahşetti, ne de herhangi bir şeyimizi birilerine borçluyuz.
Bizim elbette borcumuz çok. Ama bu borç önce bizi yaratan, yaşatan ve hesaba çekecek olan Allah-ü Teâlâ’ya, sonra bizi yegâne sahih din İslam’a davet eden Rasüllulah (s.a.v.)’a ve bu toprakları bize emanet eden dedelerimizedir.
KRAL ABDULLAH, ANKARA’YA NE TEKLİF ETMİŞTİ?
Ürdün Emiri 1. Abdullah, 1 Haziran 1937’de Londra dönüşü güya Filistin meselesini görüşmek görüntüsünde Ankara’yı ziyaret eder. Mustafa Kemal Paşa ile görüşür ve çok mühim bir teklifte bulunur. Daha henüz İsrail kurulmamış… Fransız Suriye’den çekilmek üzere… Suriye’de Fransa güdümünde müstakil bir Arap devleti kurulmasını istemeyen Emir Abdullah, Mustafa Kemal’e İskenderun (Hatay) Meselesinde olduğu gibi Suriye topraklarının da Musul ile birlikte Türkiye’ye ilhak edilmesi gerektiğini iletir.
Ancak görür ki, Ankara Filistin’deki sıkıntıları umuruna bile almamaktadır. Ayrıca ne Misak-ı Millî diye bir dert vardır, ne de Musul ve Suriye’nin yeniden Türkiye’ye iltihakı teklifi ciddiye alınır. Emir, bu bölgelerin Türkmen yurdu olduğunu ve Türklerde olması gerektiğini ısrarla dile getirse de Ankara’nın tek bir derdi vardır: Devletlerinde Osmanlı hanedanına müsamaha gösterilmemesi… Ankara’nın yaklaşımından rahatsız olan Emir Abdullah bir yıl sonraki Mustafa Kemal’in cenaze törenine bizzat katılmayarak tepkisini ortaya koyar.
Doğdukları Selanik’i, bu gün bir kısmı Yunanistan, bir kısmı da Bulgaristan’da kalan Batı Trakya’yı, 12 adaları, Batum’u, Ruslara bırakılan Nahcivan ile bugünkü Ermenistan’da kalan pek çok yeri, Irak’a kalan Musul, Kerkük, Süleymaniye ve Erbil ile ilgilenmeyenler Suriye’nin tümünü alacaklar ha…
Yemekler yenilir, kahveler içilir, hediyeleşmeler yapılır ve herkes kaldığı yerden yoluna devam eder.
Bunu niye naklettiğimizi anlayan anlamıştır. Ancak iş burada da bitmez. Fransız gider, Suriye devleti kurulur. Konyalı Şükri Kuvvetli, Suriye Cumhurbaşkanı olmuştur. İç darbe ile devrilince milyonlarca Türkmen ayaklanır. Halep Kalesine Türk bayrağı dikerler. Türkiye’ye katılmak için yardım isterler ama yönü Batı’ya dönük olan, güya Türkleri yücelten Kemalist Ankara, Suriye’den yükselen çığlığı duymaz, görmez. Dolayısıyla umuruna bile almaz…
Dersim’de yaşananlar mâlûm… O güne ait bazı belgeler neşredilse yer yerinden oynar oynamasına da, mücahidlerin Kemalistleştiği bir zamanda Kemalistleştirilen Aleviler o acı günleri umursar mı emin değiliz.
Kemalist dayatmacıları, yapıp ettikleri ve anaokuluna adım attığınız gün başlayan İnkılap tarihi çivilemesi yetmezmiş gibi, birileri diziler çekiyor. Sakın işin ucunda, para ve iktidarın altını oymak olmasın. Diğer yandan öldürdüğü ileri sürülen korona illeti için herkes evlerine kapatılırken, dinî hayattan ticarete, sosyal hayattan cenaze merasimlerine kadar her şey yasak veya sınırlanırken, üstelik sokağa çıkma yasağı gününde anıtkabirde yapılan merasim bize ne söyler?
Azınlığın çoğunluğa tahakkümünün hâlâ en şedid haliyle sürdüğüne dair başka delile ihtiyaç var mı?
PKK, CHP’yi Neden Destekliyor?
PKK neden bir yerel seçim için CHP’ye destek verir, CHP için oy ister? Aslında bu sorunun cevabı takip eden şu sorularda gizli: Neden 23 Haziran’da tekrar seçimlerinin yapılacağı İstanbul’un CHP il başkanı PKK kurucularından olup ölümüne kadar örgütle bağını sürdürmüş Sakine Cansız’ı sadece devrimci olarak, ölümünü de insanlık için bir kayıp olarak niteler? Ve neden bu eski ifadelerine referansla PKK ve Cansız hakkındaki görüşü sorulduğunda “Hiç değişmedim” der? Ve neden bu açıklamalar Cumhuriyet’in kurucu partisi, Atatürkçü olarak bildiğimiz CHP tarafından tek bir itirazla karşılanmaz? Üstelik bu sessizlik sadece CHP ile sınırlı değil. Obez (!) Suriyeli göçmenleri her gün bin bir yanlış bilgi ve yönlendirmeyle gündeme getirmekten geri durmayan ittifakın küçük ortağı İYİ Parti ittifak ortağının PKK güzellemeleri karşısında kafasını kuma gömer. Neden milliyetçilik söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmayan İYİ Parti ittifak ortağının PKK güzellemelerini duymazlıktan gelir?
Hakkını teslim edelim, CHP’nin genel başkanı ve kimi yöneticileri bazen PYD terör örgütü için “terör örgütü değil”, PKK için “Kandil’de terörist yok” gibi çıkışlarda bulunup Türkiye’nin Afrin’deki PYD ve Kandil’deki PKK hedeflerine yönelik operasyonlarına karşı çıkarken zaman zaman da buna ters çıkışlar yapabilmekteler. Ama kimi il başkanları ve milletvekilleri PKK konusunda çok net bir şekilde PKK ile terörü yan yana getirmiyorlar. Ve bu kişiler partililer tarafından kamuoyu önünde uyarılmıyor, tersine taltif ediliyorlar. Asıl problem de burada zaten. Bu sessizlik en kötüsü çünkü kimi partililerin PKK adına olumlu algılar doğuran, açıktan ve net bir şekilde yapmış oldukları açıklamaları böylelikle parti de gizli ve ikircikli bir tavırla kınamamış dolayısıyla onaylamış oluyor.
Millet İttifakı’nın bu jestine karşılık PKK da tabii ki CHP-İYİ Parti ittifakını destekleyecektir. CHP İstanbul İl Başkanı Kaftancıoğlu’nun gerek 2013’te Sakine Cansız hakkında yapmış olduğu Twitter paylaşımları gerekse geçtiğimiz günlerde bu paylaşımlar konusundaki fikrinin değişip değişmediği sorusuna verdiği “Hiç değişmedim” cevabına tepki beklendik kesimlerden yağdı. CHP’nin bu seviyede bir yöneticisinin PKK’ya terör örgütü diyememesi, Sakine Cansız adlı örgüt kurucusu ve yöneticisine adeta sahip çıkmasına CHP’den tek bir itiraz yok. Neden? Bu sorunun kolay bir cevabı yok. Cevap vermek kolay olsa bile yüzleşmesi zor bir cevap bu.
Türkiye’de siyasal partileri günümüz dünyasının siyasal kriterlerine göre değerlendirirken, genellikle çok fazla zorlanmayız. AKP, MHP, DYP, ANAP, ve diğerleri, Türkiye toplumunun ve bu ülkenin tarihinin getirdiği özellikleri de içeren, ama çok partili rejimin uzun yıllardır yürürlükte olduğu başka toplumlardaki insanlara tarif etmekte çok zorlanılmayacak partilerdir. Benzerleri, üç aşağı beş yukarı o ülkelerde de bulunur. Adı geçen partilerin kendilerini tanımlamak için kullandıkları sıfatların önemli bir kısmı, o partilerin yöneticilerinin ve parti üyelerinin çoğunluğunun gerçekten inandığı, benimsediği ve siyasal davranışlarına yansıyan değerlerdir. Muhafazakârlık, liberallik, milliyetçilik, hür teşebbüsçülük, hürriyetçilik, merkeziyetçilik, çokkültürcülük gibi farklı ilkelerin siyasal söylemlerinde ve davranışlarında izleri açık biçimde yer alır.
Buna karşılık günümüz siyasal yaşamında son derece önemli bir rol oynayan bir siyasal partiyi, çok partili yaşam geleneği olan başka bir ülke yurttaşına tarif etmekte zorlanırız. Hadi başkasına tarif etmeyi bir kenara bırakalım, kendimize tarif etmek hiç kolay değildir. Bu parti kendini sosyaldemokrat olarak tanımlar. Sosyalist Enternasyonal üyesidir. Türkiye’de siyasal dağılımı sağdan sola bir yelpaze biçiminde çizecek olsanız, eliniz ister istemez bu partiyi yelpazenin sol tarafına koyar. CHP, programına bakarsanız, yöneticilerini dinlerseniz, parti üyelerine sorarsanız, Türkiye’nin tarihi ve özgün sol partisidir. Günümüz evrensel siyasal etiketlerine göre, sosyaldemokrat bir parti olduğu iddia edilir.
İşte bu iddia, CHP konusunda kuş mudur, deve mi? sorusunu gündeme getirir. Türkiye’yi bilmeyen, tek parti yönetimi tecrübesi olmamış bir kişiye CHP’yi anlatmak kolay değildir. Özellikle benimsediği sıfatlarla günümüz CHP’sinin aldığı tavırlar, işlediği temalar, karşı çıktığı girişimler arasındaki bağın kurulabilmesi için sizin uzun bir tarihsel geri dönüş yapmanız gerekir. Bu arada günümüz CHP’si gözden kaybolur ve kendinizi otoriter Türkiye Cumhuriyeti tarihini anlatırken bulursunuz.
CHP’Yİ ANLADIĞIMIZA GÖRE ŞİMDİ GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE CUHMURİYET HALK PARTİSİNE BAKALIM.
14 Mayıs 1950 Seçimleri ve CHP’de Bunalım
ÖZET
14 Mayıs 1950 tarihinde ilk defa olarak tek dereceli, gizli oy ve açık tasnif sisteminin
uygulandığı seçimler sonucunda siyasal iktidar el değiştirmiştir. İktidarı kaybeden CHP, baştan
beri tek parti iktidarını kullanmıştır. Kadrolarının alışık olduğu iktidarı kaybeden bir siyasal
partide, bunalım ve çalkantıların yaşanması doğal sayılmalıdır. Bu çalışmada, CHP’nin yaşadığı
bunalımı göz önüne serebilmek amacıyla seçimlerin öncesinden başlayarak olaylar
gözlemlenerek seçim sonuçlarının etkilerinin saptanması yoluna gidilmiştir. CHP’nin seçim
yenilgisi ile girdiği ifade edilen bunalım dönemi, DP’nin iktidarda olduğu yıllar boyunca devam
etmiştir. Bu bunalım, hizip çatışmaları, sürekli toplanan ve sonuçlanmayan kurultaylar, örgüt ve
program olarak yeni duruma uyum saplayamayan bir parti görüntüsünde kendisini açığa
vurmuştur.
Anahtar Kelimeler: CHP, Cumhuriyet Halk Partisi, seçimler, parti içi demokrasi
Seçim Öncesi Sorunlar
Seçim sürecinin başlaması parti içinde bir dizi sorunu da ortaya çıkardı. Öncelikle
seçimlerin yönetiminde partinin hangi organının görev alacağı sorunu ve dolayısıyla
aday listesinin belirlenmesinde etkinlik kurmak isteyen hizipler arası çekişme önemli
bir huzursuzluktu. Ayrıca Partinin mevcut milletvekillerinden çoğu teşkilat yoklamasını
geçememe endişesi içinde merkezin kontenjanında yer bulabilme çabasındaydı. Çünkü
CHP VII. kurultayda, adayları belirleme konusunda %70’lik bir oranı il teşkilatına
bırakmıştı. Bütün bu sorunların üstüne, İnönü’nün tartışılmaz ağırlığı ve Faik Ahmet
Barutçu’nun deyişiyle “diktatörce” yönetimi, Parti Divanı (PD) ve Genel İdare Kurulu
(GİK) üzerinde sıkıntı yaratmaktaydı. Örneğin İnönü, Genel Sekreter Yardımcısı
Cevat Dursunoğlu’nu yoklama sonucu girdiği aday listesinden baskıyla istifa ettirdi.2
Oylamalarını gizli yapması gereken PD, İnönü’nün denetiminden geçen listeyi açık
oyla “soğuk bir hava içinde” kabul etti. Barutçu’nun anlattığına göre, seçim akşamı
köşkte yapılan toplantıda, İnönü “diktatörce davranışından” pişman olmuş
görünüyordu ve Dursunoğlu’nun gönlünü almak için gayret içindeydi.
İnönü aday listesine müdahalesinin gerekliliğini açıklarken, Parti Ucu
Kurulu’nda şöyle konuştu: “Bu listenin manevi sorumluluğu benim üzerimdedir.”
Aday başvuruları 8 Nisan 1950 akşamı sona erdiğinde, Ankara’daki aday
adaylarının partilere dağılımı, seçimin öncesindeki durumunu göstermesi bakımından
anlamlıdır. CHP’den aday olmak isteyenler 50 civarında iken, DP aday adaylarının
sayısı 65 olmuştu.3
Teşkilat yoklamaları, PD’nın Şubat ayı içinde yaptığı toplantıda belirlediği
yöntemler4 çerçevesinde bütün illerde 9 Nisan günü yapıldı. Yoklama kurullarının
oluşumu şu şekildeydi: İl idare kurulu üyeleri, il yedek üyeleri, ilçelerin idare kurulu
üyeleri, bucak başkanları, her ilçeden kura ile belirlenecek beş ocak temsilcisi, o ilin
Kurultay delegeleri, partili kuruluşlar, belediye daimi komisyonu üyeleri, partili belediye
başkanları.
5 Yoklama kurulu, bölge müfettişleri veya Genel Merkez tarafından
görevlendirilen bir temsilci başkanlığında görev yaptı. Şubat ayı içinde bu yönde
hazırlık niteliğindeki PD kararıyla neredeyse her İl’e bir müfettiş düşecek şekilde
müfettişliklerin sayısı 54’e çıkarıldı ve bunlara harcırah, araba ve tahsisat sağlandı.
Aday listelerinin oluşturulmasında ilk adım olan teşkilat yoklamasında toplam
487 milletvekilliği için 312 adayı yerel örgütler belirledi. PD 16-17 Nisan 1950 günleri
yoğun ve tartışmalı toplantılarla kendisine bırakılan %30’u belirledi. Örgütlerden
yoklama sonuçları ile birlikte PD’na öneriler de gönderildi. Bu öneriler iki yönlü idi.
Bazı isimlerin Genel Merkez kontenjanından listeye alınması, bazılarının ise hiç bir
şekilde listeye girmemesi isteniyordu. Genel Başkanvekili Hilmi Uran daha sonra
yazdığı anılarında, PD’nın bu isteklere kayıtsız kalmadığını belirtiyordu. Bütün bu “çok
titiz” çalışmaların, gerek örgüt gerekse merkezin “mükemmeliyet arayışının eseri”
olduğunu söylüyordu.6
CHP GİK, %30’luk Genel Merkez kontenjanından gösterilecek adayları
belirlemek için 11 Nisanda toplandı. GİK’nun oluşturduğu listeler PD tarafından
onaylanarak kesinlik kazandı.7
Aday listesi 22 Nisan 1950’de Seçim Kurulu’na
verilinceye kadar sır gibi saklandı ve kimlerin girebildiği ancak fısıltılarla duyulabildi.
Listenin durumu ortaya çıktıkça kendisine yer bulamayan milletvekilleri partiden
istifaya yöneliyorlardı. Esat Uras (Malatya), Hamdi Dayı (Muş), Abdulkadir Kalav
(Mardin) bunlardandı. Yine de mevcut 393 milletvekilinin 224’ü yeniden aday
gösterildi. CHP’de Genel Başkan İnönü ve Başbakan Günaltay iki yerden aday
gösterildiler.8
CHP aday listelerinin belirlenmesinde, özellikle muhalif basın tarafından aynı
zamanda parti içinde bir tasfiye uygulamasına girişildiği ileri sürüldü. Bu yorumun
yapılmasında, milletvekillerinin %40’ının aday listesine girememiş olması etken oldu.
Bu milletvekillerinin bir bölümünün İnönü’nün muhalifi olduğu, bir bölümünün de
DP’ye geçmeye çalıştıkları söylentisi yaygındı.
9 Seçim havasına girildiği zamandan beri,
dizi halinde yaşanan istifalar bu söylentileri doğrular niteliktedir. Ferit Ecer’in (Niğde),
Ali Fuat Cebesoy’un DP listesine girmeleri gibi. Seyhan milletvekili Sinan
Tekelioğlu’nun Partiden istifası ve yalanlansa bile Refet Bele’nin istifası söylentisinin
dolaşması CHP içinde daha seçimler öncesinde yaprak dökümü görüntüsü yarattı.
10 Bu görünüm, seçimden sonraki yaygın bir eğilimin de habercisi olacaktı.
Seçim Kampanyası
Hükümet tarafından, seçimlerin 14 Mayıs’ta yenileceğinin ilan edildiği 1 Mart 1950’den
beri bütün siyasal etkinlikler seçimlerin gölgesini üzerinde taşıyordu. Aynı gün iki yeni
kanun kabul edildi. Tekke ve Zaviyeleri kapatan kanununda değişiklik yapıldı ve
“Hazinece Özel Teşebbüslere Kefalet Edilmesi Ve Döviz Taahhüdünde Bulunulması”
hakkında kanun meclisten geçti. 14-22 Mart 1950 tarihleri arasında TBMM, Toprak
Reformu Kanunu’nu ele aldı ve uygulanamaz hale getirecek şekilde toprak sahipleri
lehine değiştirdi.11 İnönü, CHP genel başkanı sıfatıyla ilk seçim konuşmasını 23 Mart’ta
Polatlı’da yaptı. Böylece partisi adına seçim kampanyasını resmen başlatmış oldu.
CHP’nin seçim çalışmaları arasında; Genel Başkan ve diğer parti liderlerinin gezi
ve radyo konuşmaları, teşkilat yoklamaları nedeniyle siyasal gündemin bütün teşkilat
kademelerine kadar indirilmesi, yayınlanan seçim beyannamesi ve özellikle Ulus
gazetesinin yayınlarında yürütülen propaganda sayılabilir. Bunların dışında alttan alta
yürütülen başka bir kampanya daha vardı. Hükümetin isteği ile çıkartılan yukarıda
örneklerini verdiğimiz kanunlar gibi, çok partili yapıya geçilmesinden beri gözlenen,
özellikle Altıok’un devrimcilik ve laiklik ilkelerinde gevşeme işaretleri “alttan yürütülen
kampanya”nın su yüzüne yansımalarıydı. Bu gevşeme, bazı durumlarda dini siyasal
çıkarlar için kullanma noktasına ulaştırıldı. Ankara merkezli Ticanî Tarikatı ve şeyhi
Kemal Pilavoğlu ile kurulan ilişki bu noktadaydı. Özellikle köylere giden CHP
temsilcilerinin “DP’nin Hüviyeti veya Köyde Muhakeme” adlı kitabı dağıtmaları
bunun diğer bir örneğidir. Ankara’da CHP’lilere ait Ulus Matbaasında basılan12 bu
kitapta, İnönü’nün vatandaşlar arasında düşmanlığı engellemekle Allah yolunda
çalıştığı ifade edilmektedir. DP ise, menfaat için bir araya toplanmış ve düşmanlık
yaratmaktadır.
Zafer gazetesi 11 Nisan 1950 günkü sayısında Ticanilerin ve Pilavoğlu’nun
CHP’ye kayıt olduklarını haber verdi.13 Gazete bu konuyu seçimden bir buçuk ay
sonra tekrar açtı. Gazetenin iddiasına göre, Pilavoğlu ve müritleri 10 Nisan 1950 günü
Ankara il başkanlığı binasında üye kayıtlarını yaptırmışlar, köylerde toplantılar
düzenleyip CHP propagandasına katılmışlar ve partiye üye yazmışlardı. Hatta cevapsız
kalmış sorular da ortaya atılmıştı. “Genel Başkan rey toplamak için Pilavoğlu’nu
yemeğe alıkoymuş mudur? Rıfat Pilavoğlu, sırf adı kullanılmak için aday yapılmamış
mıdır?”14 Pilavoğlu’nun avukatı olan Yılmaz Akpınar’ın CHP Balıkesir milletvekili
Muzaffer Akpınar’ın oğlu olduğu vurgulandı.
15 Muzaffer Akpınar bu dönem yeniden
Genel Merkez kontenjanından CHP Balıkesir adayı oldu. Avukat Yılmaz Akpınar’ın
başka parti yetkilileri ile birlikte parti toplantıları yapmak üzere yurt gezilerine de
katıldığı16 düşünülünce, Pilavoğlu’nun vekilliğini üstlenmesinin Parti’de olumsuz yankı
yaratmadığı kanısı ileri sürülebilir.
Yakup Kadri de, anılarında CHP’nin dini siyasette bir araç olarak kullandığına
tanıklık eder.17 Zafer gazetesi Ticanilerin CHP propagandası yaptıklarını yazarken;
Ulus bu haberleri görmezden gelip sadece devam eden Ticani davası hakkında bilgiler verdi.
GÜNÜMÜZDE CHP
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu,
partisinin grup toplantısının ardından İstanbul Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Kulübü öğrencileriyle bir araya geldi. Kılıçdaroğlu, öğrencilerle sohbetinde, Türkiye’nin IŞİD saldırısı altındaki Kobani’ye peşmerge güçlerinin geçişlerine izin vermesi ve ABD’nin ‘YPG’nin terör örgütü olarak görülmediği’ yolundaki açıklamasına ilişkin değerlendirmelerde bulundu.
YPG TERÖR ÖRGÜTÜ DEĞİLDİR’
“Bizim için YPG terör örgütü değildir. Şimdi bir kere terör örgütü olarak sivillere genç, yaşlı, kadın, erkek demeden öldüren örgütlenmelere biz ‘terör örgütü’ diyoruz. PKK bu bağlamda terör örgütüydü, çünkü genç, yaşlı, kadın, erkek demeden katletti. Ancak YPG’nin şu ana kadar Türkiye’ye veya kendi halkına yönelik böyle bir uygulaması olmadı. Olursa tabii ona da karşı çıkarız. YPG kendi vatanını kurtarmak için örgütlenmiş bir oluşumdur.
İşte İBB’de kadrolaşan PKK’lılar
İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne “PKK kadrosundan” yerleştirilen yeni isimler ortaya çıktı. Ekrem İmamoğlu döneminde belediyeye alınan PKK’lılardan bazılarının, örgütün gençlik yapılanmasında faaliyet yürüttüğü ortaya çıktı. Bir kişinin ise örgütün dağ kadrosuna eleman aktardığı gerekçesiyle gözaltına alındığı öğrenildi.
İSPER İstanbul Personel Yönetim A.Ş.’de çalışan Melikşah Kaya’nın, PKK’nın gençlik yapılanmasında faaliyet yürüttüğü ve örgütsel faaliyetlerden dolayı 2 defa gözaltına alındığı öğrenildi.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.