04 Kasım 2024 Pazartesi
Murat Kaya: Kapadokya’nın Kültürel Mirasını Koruyarak Turizmi Yükseltiyor
Yabancı ilgisini üzerine çeken yerli hisseler
İçişleri Bakan Yardımcısı Karaloğlu: "Huzur ortamının korunması için çalışacağız"
Turnuvaya giden 6 futbolcu kaçırıldı, güvenlik güçleri operasyon için düğmeye bastı
Bölüm 1
Hayırlı haftalar herkese. Öncelikle 2023 – 2024 eğitim ve öğretim döneminin tüm öğretmen, öğrenci ve velilerimiz için güzel geçmesini ve hayırlara vesile olmasını diliyorum. Herkese başarılar!
Tekrar tarihin tozlu sayfalarında gezinmeye var mısınız? Haydi o zaman iki kadim ulusun tarihteki iç içe, çoğu zaman tek taraflı müsamahalarla, az barışçıl çok savaşçıl dansına bakalım. İlk olarak Yunan milleti olarak tanıdığımız ulusun kim olduğunu biraz anlatalım tabi kısaca.
Demokrasi, felsefe, siyaset, bilim, çok tanrılı mitoloji kelimeleri geldi değil mi aklımıza? Krallar, Tiranlar, filozoflar mitolojik yaratıklar derken… Hint Avrupa kökenli 3500 yıllık bir uygarlık çıkıyor karşımıza. Akhalar ve Mikenler denilen uygarlıklar temelini oluşturuyor. Polis denilen kent devlet modelleri demokrasi yönetimleri ve meclis yapılarıyla M.Ö 1000 yıllarına kadar birlik olmadan medeniyetlerini devam ettirdiler. Büyük İskender‘ in adını anmasak olmaz tabiki. Akabinde Roma hakimiyetine giren topraklarda bu krallıklar kaybolmuş görünüyor. Akdeniz imparatorluğu olan Roma M.S 476 yıllına kadar hüküm sürmüş olsa da, dış güçlerin etkisiyle bu tarihten sonra bölünmüş, karşımıza Batı Roma ve Bizans (Doğu Roma İmp.) olarak çıkmıştır. Kendilerine Rum dediğimiz Yunanca konuşan Romalılar aslında bizim bildiğimiz Yunanlılardır. M.S 6. yüzyıla kadar Latince konuşan Roma halkı o yıllarda Yunanca etkisine girmiş özellikle Anadolu yarımadasında Rumca dediğimiz Yunanca konuşulmaya başlanmıştı. Yazılı tarihleriyle (Heredot, Homeros, Hesiodos vb.), mitolojileriyle, filozofları ile ve en çok da demokrasileriyle övünen Yunanları Rumlarla karıştırmamak gerekse de, yakın tarihlerden günümüze kadar Yunanistan dışında başka ülkelerde yaşayan Yunan asıllı halklara Rum denilmiştir. Hal böyleyken aslında Anadolu’ya giriş yaptığımız günlerden bu yana Yunanlılar yani Rumlar (Bizans) ile sürekli dirsek temas halindeyiz. İki ulus devlet yüzyıllar boyunca yan yana iç içe. Günümüze baktığımız vakit ortak tarihsel geçmişe rağmen bir türlü barışmayan yıldızlar…
Türk ve Yunan ilişkilerine sadece savaş tarihi penceresinden bakarsak yanlış yaparız. Sosyal ve ekonomik münasebetler, gelin almalar(Battal Gazi aşkları gibi) bir yana Katolik-Ortodoks siyaseti bile etkilemiştir daima gerilimi. İlişkiler hep Osmanlı Devletinin yüzyıllar süren egemenliği altında dövüldü tarih örsünde. Bazen soğuk bazen de sıcak vurulan çekiç darbeleri ile yıpranmış bir pusat çıktı ortaya. Dost düşman oldu çoğu zaman. 1353 yılında Matheos Kantakuzenos Orhan Bey’den aldığı yardımlarla Bizans imparatoru oldu. Karşılığında da Gelibolu Yarımadası’ndaki Çimpe Kalesi’ni Osmanlılara bırakmış ve Osmanlı Devletinin Avrupa kıtasındaki ilk toprağını kazanmasına olanak sağlamıştı. Osmanlı desteğini kaybeden Matheos Kantakuzenos da 1358‘de Sırplar tarafından esir alındı ve fidye karşılığı İmparator V. İoannis’e teslim edildi. 1359 yılında ise Haçlıların Lapseki’ye saldırmalarıyla yeni bir Osmanlı-Bizans Savaşı başladı. 1363 yılında Şahin Paşanın Filibe ve Eski Zağra’yı ele geçirmesi Bizans’ın barış istemesine ve Rumeli hâkimiyetini tanımasına sahne olmuştur. Yavaş yavaş Balkanları ele geçiren Osmanlı bu sırada tabiî ki Rum tebaasını hiçbir şekilde din değiştirmeye zorlamamış ya da ağır vergilerle sindirmeye veyahut mallarına el koymaya çalışmamış bilakis sürekli ticari ilişkileri ayakta tutmaya çalışmıştır. 1392 de Selanik fethedilmiş, ardından 1397 de Yıldırım Bayezid Atina’yı ele geçirmiştir. Fetret devrini fırsat bilen Bizans Selanik’i 1402 de geri alsa da bu en fazla 1430 lara kadar sürdü. II. Murad tekrar Selanik’i ele geçirmekle beraber Yanya’yı da Osmanlı mülkü haline getirmiştir.
Ve 1453 İstanbul’un Fethi tabiî ki Bizans imparatorluğunun sonu olup çağ kapatıp çağ açan bir yıl oldu. Fatih Sultan Mehmed Han İstanbul’a girdiğinde Osmanlı Devletinin siyasi kültürel toplumsal ve hatta ekonomik yapısı bile değişmiştir. Tabiki fethin sembolü olarak Ayasofya’nın ibadete açılması büyük bir darbe olsa da barış ve güvenin hakimiyet altındaki topraklarda temin edilmesinde azınlık tebaanın haklarının korunması düşük vergi politikası gibi nice kolaylıklar sağlanması, devlet garantisinin sağlanması hasıl olmakla birlikte özellikle Müslim Gayri Müslim çatışması olmaması için zorunluluk teşkil etmiştir. Düşünsenize neredeyse üç kıta üzerinde hakimiyet Otuz milyon nüfusa yakın bir teba…
Tanilli’ye göre, “Uygulamada, dinsel ayrım, bir idari ilkeye yol açmıştı. Medeni hukuka ve sosyal sürdürülmesindeki çoğu şeye ilişkin konular, Millet adı verilen dört büyük din topluluğuna bırakılmıştı; İmparatorluğun bütün halkı da bunlardan birine giriyordu. Devlet, her düzeyde toplulukların temsilcileriyle görüşüyordu; ve her biri, bir azınlığın sorumluluğunu yüklendiğinden, yararlı bir hakem rolü oynuyordu devlet.”
Bu dini idari garantisi aynı zamanda Osmanlı Devletinin Avrupa içlerinde rahat ilerlemesine, hamilik statüsü almasına aynı zamanda kiliselerin de etnik ve dinsel teba üzerindeki etkisinin artmasına olanak sağlamıştır. 15 ve 18 yüzyıllar arası bu statü artarak devam etmiştir. Svoronos’un da belirttiği gibi; “Onsekizinci yüzyıl Hellen (Yunan) ulusu için bir dönüm noktasıdır. 1715’de, Peleponez’in işgali ile tüm Hellen dünyası Türk (Osmanlı) egemenliği altına girdi. Ekonomik yaşamı felce uğratan Balkan savaşları da sona ermişti. Barışla, Anadolu Avrupa ticaretinin merkezi oldu.”
Devam edecek…
Araştırmacı Müslim Soysal
Kaynak: http://www.turkishgreek.org Fuat Aksoy
Server Tanilli Yüzyılların Gerçeği ve Mirası
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.