04 Kasım 2024 Pazartesi
Murat Kaya: Kapadokya’nın Kültürel Mirasını Koruyarak Turizmi Yükseltiyor
Yabancı ilgisini üzerine çeken yerli hisseler
İçişleri Bakan Yardımcısı Karaloğlu: "Huzur ortamının korunması için çalışacağız"
Turnuvaya giden 6 futbolcu kaçırıldı, güvenlik güçleri operasyon için düğmeye bastı
Zamanın gör dediği. Sarıkamış Destanı.
Bu yazıyı moral olarak çok düşük bir anda ve olmaması gereken şeylerin olduğu bir vakitte yazıyorum. Lakin tarihin bilinmesi aktarılması amacını şiar edinmiş biri olarak kendimi zorunlu hissettim. Rabbim her toplumu farklı sınavlardan geçirir. Türk milletinin sınavı ise şahadettir. Üstte mavi gök çökmedikçe, yerde yağız toprak yarılmadıkça Türkün töresini kim bozabilecektir. Her ateş düştüğü yeri yakacaktır fakat Türküm diyenin sinesinde bu ateş sönmeyecek ilelebet kor gibi yanacaktır. Ya devlet başa ya kuzgun leşe…
Sadece bugün değil, kurtuluş mücadelesi verdiğimiz her daim şahadete yürüyen aslanlarımız olmuş idir. Siz sandınız mı bu iş kolay olacak. Ama bak bakalım tarihe ne şahadetler çıkacak? Ne analar ağladı ne babalar dağlandı? Ama her daim Türk ayakta kaldı. Rabbim Efendimize komşu eylesin…
Geçen yazımda da değindiğim gibi ve 19. ve 20. Yüzyıl tarih sahneleri, Türk dünyası filminin en ürpertici, en vahim en çetrefilli ve bizim bu vakitten baktığımızda en hüzünlü sahneleridir.
Dramın başlangıcı…
Rus orduları, 93 Harbi’nde (1876-77) Osmanlı’yı hem Tuna boylarında hem de Kafkasya dağlarında yenerek Çatalca istihkâmlarımıza kadar dayanmıştı. Amacı herhalde Osmanlı’yı yeryüzünden temelli kaldırmaktı, bunu beceremedi. Ama etkisi Osmanlı topraklarında Sırbistan, Romanya, Yunanistan sözde krallıkları oldu. Balkanlardaki Osmanlı varlığını sona erdirip doğuda Kars, Batum, ve Ardahan’ı zapt eden yine Ruslardı.
Şevket Süreyya Aydemir anlatıyor: “Bu Sarıkamış dramı oynanırken ben henüz asker değildim. Fakat sonra asker olup da cepheye vardığımda bu muharebenin hikâyeleri henüz canlı olarak yaşıyordu. Çünkü bu katıldığım birlikler, o harekâta katılan alaylar ve tümenlerdi. Sarıkamış faciası, 90.000 kişilik bütün bir orduyu hemen tamamen yutmuş olmakla beraber, bu alaylarda hala, bu savaşın döküntülerinden birkaç kişi bulunuyordu.”
Sarıkamış Harekâtı, yapılış zamanı ve askeri taktik yönleriyle 1. Dünya Savaşı’nın en çok tartışılan taarruzlarından birisidir. 1882 yılında Almanya – İtalya ve Avusturya Macaristan devletleri arasındaki “üçlü ittifak” ile 1905 yılında İngiltere ve Fransa’nın kurduğu “üçlü itilaf” grupları, devletlerarası silahlanma, hammadde ve sömürge arayışı dünya üzerinde geniş bir coğrafyaya yayılmış olan Osmanlı Devleti’ni tehdit etmekteydi. Bu zamanlarda Osmanlı Devleti askeri kurumları yeniden yapılanma adı altın da zayıflatılmış durumda idi. Üstüne üstlük dünya savaşı başladıktan sonra azınlıkların düşmanca tutumları işin tuzu biberiydi. Savaş içerisinde ittifak arayışları Osmanlı Devletini Almanların yanında bulmasına yol açmış bu da Süveyş’te İngilizler ile Kafkas’larda da Ruslar ile bizi karşı karşıya getirmiş idi. Bu da müttefik kuvvetlerin batıda işini kolaylaştırmıştı.
Yokluk… Hastalık… İnanç…
“Osmanlı Devleti bu dönemde askeri ve ekonomik açıdan bu planı gerçekleştirecek güçten yoksundu. Zira ülkenin yol durumu, nakliye imkânları, sağlık şartları ve halkın ekonomik durumu iyi değildi. Sarıkamış Harekâtı’nda açık bir şekilde ortaya çıkan bu olumsuzluklar devleti zor durumda bırakmıştı. Doğu Cephesi ikmal yollarına bağlanan Ulukışla istasyonu Erzurum’a yaklaşık 1000 km mesafedeydi. Silâhaltına alınan askerler Ulukışla’ya kadar trenle, oradan yaya olarak iki üç ay yürüyerek cepheye ulaşabiliyorlardı.” Savaşa İstanbul Hukuk Fakültesi ikinci sınıf öğrencisi iken katılan İ. Hakkı Sunata anılarında Kafkas Cephesi’ne ulaşmak için Pozantı’ya kadar trenle geldiklerini oradan yürüyerek cepheye hareket ettiklerinden bahseder.
Kara Denizdeki Rus hâkimiyeti nedeniyle İstanbul’dan Trabzon’a deniz yolu sevkiyatları neredeyse imkânsızdı. Ancak küçük limanlar arasında gizlice yapılan sevkiyatların olduğu biliniyor. Ayrıca sevkiyat noktaları arasında yük taşıyacak olan hayvan azlığı silahların ve diğer mühimmatın sevk edilen askerler tarafından taşınmasına neden oluyordu. Hem malzeme taşı hem de savaş! Türk askeri cefasını doldurmamıştır daha. Onca zorluklara rağmen Anadolu’da baş gösteren salgın hastalıklar (tifüs) cabası olmuştur. Tıbbı malzeme yok, doktor yok, yatacak yer yok… Müdafaa-i Milliye Cemiyeti seferberlik kanunu sayesinde her evden kışlık kıyafet toplamasına rağmen askerin ihtiyacının yarısını karşılayamamıştı.
Yine harekâta katılan komutanlardan Yarbay Aziz Samih’in açıklamaları da ordunun durumunu göstermesi açısından önemlidir; “17 Teşrin-i evvelde Erzurum’a geldim. Ordu kumandanı Hasan İzzet Paşa’ya giderek süvari alaylarının halini, teçhizatını, harp kıymetlerini izah ettim. Ordu kumandanı dediler ki: Balkan muharebesinde ordu mükemmel giyinmiş ve teçhiz edilmişti. Mağlup olduk. Bu defa da teçhizatsız harp edelim.”
Mamafih Sarıkamış sadece kendi kendine izah edilemez. Hemen öncesinde Kasım 1914’te yapılan Köprüköy ve Azap savaşlarında 3. Ordunun Ruslara karşı başarısı bir cesaret örneği olmuş ve Sarıkamış Harekâtının önünü açmıştır. Fakat hemen yapılması gereken harekât maalesef Aralık ayına sarkmış ve felaketin ayak sesleri duyulmuş idi. Hasan İzzet Paşa sınırdan içeri girmesine rağmen orduyu Erzurum’a çekerek savunma taktiği uygulama yoluna gitmişti. 3. Orduya bağlı 11. Kolordu Komutanı Galip Paşa anılarında bu durumu şöyle iletir. “ Hasan İzzet Paşa, Erzurum istihkâmlarına çekilip düşmanı oraya çekmek ve kati muharebeyi müstahkem hatların önünde vermek istiyordu. Hasan İzzet Paşa ile aramızda eski bir dostluk vardı. Bu dostluktan cesaret alarak ordu kumandanıma şöyle bir ricada bulundum; Düşman henüz zayıftır. Ve tereddüt içindedir. Bu vaziyetten istifade etmeliyiz! Taarruza devam edelim Paşam. Bu ricamı dinlemek istemedi”
Hocam olmasa idin…
Galip Paşa ordunun geri çekilmesi sırasında Hasankale halkının, ordunun geri çekilmesine karşı çıktığından da bahseder: “ Birinci ricat esnasında, Hasankale ahalisi benim yolumu kestiler: “Paşa nereye kaçıyorsunuz! Evlatlarımızı ancak bugün için sizin emriniz altına verdik, hep birlikte ölünüz yahut biz evvela hicret edelim. Harp etmeden bizi düşman çizmeleri altında bırakmak reva mıdır? Çoluk çocuğumuzla askerin önüne geçeceğiz. Size bir adım geri attırmayacağız!” Bu olaya Enver Paşanın tepkisi çok hiddetli olmuş idi. “ Hocam olmasaydın seni idam ettirirdim.” Demişti. Sonrasında Hasan İzzet Paşa 3. Ordu Komutanlığı’ndan istifa edecek ve cepheye gelen Enver Paşa 3. Ordu komutanlığını kendisi devralacak ve Sarıkamış Harekâtı gerçekleşmiş olacaktı.
Sarıkamış Harekâtı, 22 Aralık 1914’te başlayıp 15 Ocak 1915’te sona erdi. Allahuekber ve Soğanlı dağlarının sarp kayalıkları karla kaplı etekleri bu destana şahit oldular. Kahraman, fedakâr ve cefakâr askerimiz sorgulamadan atasından aldığı dirayet bilinci ile usulca şahadete yürüdü. Amaçları İslam’ın en yüksek rütbesi idi. Hiç kimse sorgulamadı. Hiç biri isyan etmedi. Biliyorlardı ki muvaffak olsalardı her şey farklı olacaktı. Moskof durdurulamadığı takdirde Türk milletinin vatanı ve son kalesi olan Anadolu tamamen kaybedilebilirdi. Bu sebeple Türk milleti I. Dünya Savaşı’nda ölüm-kalım mücadelesi verecek, Kafkas cephesi ise hesaplaşmanın yaşandığı yer olacaktı.
Harekât öncesi 3. Ordu’nun genel mevcudu 118.000 olup, bunun 70.000’i muharip idi. Türk taarruzu 22 Aralık 1914’te başladı. 10. Kolordu komutanı Hafız Hakkı Bey, Oltu’yu aldıktan sonra iki tümeni Sarıkamış-Kars şosesine indirmesi gerekiyordu. Fakat planın dışına çıkarak Aksar (Penek) ve Göle’yi (Merdenik) aldıktan sonra sadece bir tümeni Bardız’a gönderdi. Ardahan’a doğru ilerlerken Enver Paşa’nın müdahalesiyle Allahuekber Dağı’nı aşmak zorunda kaldı. Kolordu yürüyüş sırasında çetin kış şartlarından ötürü hem geç kaldı, hem de büyük kayıplar verdi.
Uçamağa vardılar…
Türkler ve Rusların görüşlerini karşılaştırarak harekâtı değerlendiren Fevzi Çakmak: Sarıkamış’ı yazan arkadaşlar 9. Kolordu komutanı Kurmay Başkanı Şerif (Köprülü) ve Albay Aziz Samih (İlter); “ Enver Paşa’nın askeri merhametsizce ileri sürdüğünü” söylüyorlar. Hâlbuki Ruslar da tersine “ Eğer Türkler durmayıp saldırsaydılar, takviye kuvvetleri gelmeden çekilmemize sebep olurlardı.” Felix Guze dahi hatıralarında : “ 26 Aralık 1914 günü Sarıkamış alınabilseydi, ertesi gün Ruslar geri alamazdı.” Diyerek harekâtın gerekliliğini adeta onaylamıştır. Günümüzden harekâtı yargılamak ve şahısları mahkûm etmek çok kolaydır. Bizim anlatmak istediğimiz günün koşullarıdır. Tarihin yön verici sıkışmış ve Bing Bang gibi patlamış bir olayını anılar üzerinden bilginize açmaktır. Asıl önemlisi ise Türkün şehadet bilincidir. Bu konu üzerine yazılacak daha çok söz vardır. Aktarılacak çok konu vardır. Her hatırat her bahis çok önemlidir. Ama asıl önemli olan dün de bugün de Türkün yeryüzündeki adalete ermek için, töre için, vatan için şahadet bilincidir.
Senin o yüzündeki gülümsemeye kanımı verem ben şehidim… Senin için atmayan yüreği kafesinden sökerim ben şehidim… Seni yetiştiren anaya, can veren ataya, seni şahadete erdiren Allah’a kurban olayım ben şehidim… Rabbim tüm şehitlerimizin şahadetlerini kabul eylesin. Âmin…
Araştırmacı: Müslim Soysal – Hakan Bayram
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.