EŞİTLİK MAZİDE KALDI, BUGÜNÜN MODASI ÖLÜMSÜZLÜK..
Çevre kirliliği, küresel ısınma ve iklim değişikliği tartışmalarına rağmen çoğu ülke, durumu düzeltmek için ekonomik yada siyasi fedakarlıklarda bulunmadı. Ekonomik büyüme ve ekolojik denge arasında seçim yapmak gerektiğinde siyasetçiler, yöneticiler ve seçmenler her zaman büyümeyi tercih ediyor.
Bundan sonra insanlar neyle uğraşacak? Kıtlığı, salgınları ve savaşları engellediğimiz için birazcık tatmin olup halimize şükrederek ekolojik dengeyi korumaya da çalışacak mıyız?
Şüphesiz en mantıklı ihtimal bu olsa da, insan türü büyük ihtimalle bu yolu izlemeyecek. İnsanlar nadiren ellerindekiyle yetinmeyi biliyor. İnsan aklı hemen hemen her zaman kanaat etmek yerine daha fazlasını arzuluyor. İnsanlar hep daha iyinin, daha fazlasının ve daha lezzetlinin peşindeler. İnsan türü muazzam güçlere sahip artık; iyi de kıtlık, salgın ve savaş ihtimallerini geride bıraktığımız zaman ne yapacağız? Biliminsanları, yatırımcılar, bankacılar ve siyasetçiler neyle oyalanacaklar? Oturup şiir mi yazacaklar?
Başarı, hırsı ve açgözlülüğü beraberinde getirir; yeni başarılarımız bizi daha cüretkar hedefler koymaya yönlendiriyor. Eşi benzeri görülmemiş refah ve sağlık seviyeleriyle uyum içinde yaşamayı garantilediğimize göre, insanlığın yeni hedefi ölümsüzlük, mutluluk ve tanrısallık olacak. Açlık, hastalık ve şiddetten kaynaklanan ölümleri azalttığımıza göre artık yaşlanmanın, hatta bizzatihi ölümün üstesinden gelmeye çalışabiliriz.
21. yüzyılda ölümsüzlük konusunda muhtemelen ciddi adımlar atılacak. Yaşlanmayı ve ölüme karşı mücadele; kıtlık ve hastalıklara karşı gelenekselleşmiş savaşın devamı niteliğinde sürerken, günümüzün üstün değerini, insan yaşamının değerini ortaya koyacak. Etrafımızdaki her şey bize insan yaşamının evrendeki en kıymetli şey olduğunu hatırlatıyor. Okullarda öğretmenler, meclislerde siyasetçiler, mahkemelerde avukatlar, sahnelerde oyuncular sürekli aynı şeyi tekrarlıyor. II. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler tarafından kabul edilen ve muhtemelen evrensel bir anayasaya en yakın metin kabul edilebilecek İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, koşulsuz "Yaşama Hakkı”nın insanlığın en temel değeri olduğunu belirtiyor. Bu hakkı düpedüz ihlal eden ve bir insanlık suçu olan ölüme karşı topyekûn savaşmamız gerekiyor.
Tarih boyunca dinler ve ideolojiler, yaşamın kendisine değer atfetmediler. Onun yerine varoluştan üstün ve onun ötesinde olduğunu iddia ettikleri şeyleri yücelttiler. Hatta bazıları alenen ölüm meleklerine düşkündü. Hristiyanlık, İslamiyet ve Hinduizm varoluşumuzun anlamının ahiret hayatımızdaki yazgımıza dayandığı görüşünde ısrar ederek, ölümü yaşamın olumlu ve hayati bir parçası olarak gördüler. İnsanlar tanrı istediği için ölürdü ve ölüm de anlamlarla dolu, doğaüstü, kutsal bir deneyim olarak kabul edilirdi. Kişi son nefesini vermek üzereyken rahipler, Haham'lar ya da şamanlar çağırılmalı, yaşamın terazisi dengelenmeli, kişinin evrendeki gerçek rolü benimsenmeliydi. Ölümün olmadığı bir dünyada Hristiyanlık, İslamiyet ya da Hinduizm'i bir düşünün; cennet, cehennem ve reenkarnasyonun da olmadığı bir dünyada...
Modern bilim ve kültürse ölümü bambaşka açılardan değerlendirir. Ölüm doğaüstü bir gizem olarak düşünülmediği gibi hayatın anlamının kaynağı olarak da görülmez. Modern insan ölüme daha ziyade çözülebilecek ve çözmemiz gereken teknik bir sorun olarak bakar.
Peki insanlar tam olarak nasıl ölürler? Ortaçağ masalları ölüm'ü elinde kocaman tırpanı, kukuletalı, kara cübbeli bir figür olarak betimler. Ona bunu endişelenerek, oraya buraya koşuşturarak hayatını geçiren birinin karşısında aniden beliren Azrail, kemikli eliyle omzuna dokunarak, "gel" der. " Lütfen! Bir yıl daha, bir ay, bir gün daha bekle, ne olur?" diye yalvarsanız da kukuletasının ardından fısıldayan ölüm " Hayır! ŞİMDİ geleceksin!" der ve ölürüz.
Gerçek hayattaysa insanlar kara bir figür omuzlarına dokundu, tanrı istediği ya da ölümün büyük kozmik planın bir parçası olduğu için ölmezler, her zaman teknik bir aksaklık yüzünden ölürler. Kalpleri kan pompalamaya bırakır. Ana damarları yağ tabakaları ile tıkanır. Kanserli hücreler kara ciğerlerine yayılır. Akciğerlerin de mikroplar çağırır. Peki ya bu teknik aksaklıkların sorumlusu ne? Başka teknik aksaklıklar. Kalp, kalp kaslarını yeterli oksijen gitmediği için kan pompalamaz. Kanserli hücreler, rastgele genetik bir mutasyon talimatlarını yeniden yazdığı için yayılır. Mikroplar biri metroda hap şurada için akciğerlere yerleşir. Hiçbiri doğaüstü olaylar değil, hepsi teknik aksaklıklar.
Her teknik sorunun yine teknik bir çözümü vardır. Ölümün üstesinden gelebilmek için İsa'nın yeniden dirilmesini beklemek durumunda değiliz. Birkaç çalışkan bilim insanı başarabilir bunu. Ölüm geleneksel olarak rahiplerin ve teologların uzmanlık alanıydı ama artık onların yerini mühendisler aldı. Kanserli hücreleri kemoterapi ve nanorobotlarla yok edebiliyoruz. Antibiyotiklerle akciğerlerdeki mikropların kökünü kazıyabiliyoruz. Kalp kan pompalamayı bıraktığında ilaçlar ve elektro şokla yeniden çalıştırılabiliyor, o da olmadı yeni bir kalp nakledebiliyoruz. Karşılaştığımız her teknik aksaklık için elimizde hali hazırda bir çözüm yok, doğru. Ne ki tam da bu yüzden kanser ve hastalık araştırmalarıyla genetik nanoteknoloji çalışmalarına bu kadar çok zaman ve kaynak ayırarak yatırım yapıyoruz.
Bilimsel araştırmalarla ilgisi olmayan insanlar bile ölümün teknik bir aksaklık olduğunu düşünmeye başladı. Doktoruna giden bir kadın, "Neyim var doktor?" diye sorduğunda, " Grip olmuşsunuz," ya da " Veremsiniz," veya " Kansersiniz" gibi cevaplar bekliyor. Doktor hiçbir zaman, "Ölümünüz gelmiş" gibi bir cevap vermiyor. Artık hepimiz grip, verem ya da kanserin bir dün çözülebilecek teknik aksaklıklar olduğunu birincindeyiz.
İnsanların fırtına, kazan ya da savaşlarda hayatlarını kaybetmeleri durumunu bile engellenebilecek bir teknik hata olarak görme eğilimindeyiz. Hükümet daha iyi bir siyaset izleseydi, belediye işini daha iyi yapsaydı, komutan daha iyi kararlar alsaydı ölüm engellenebilirdi diye düşünüyoruz. Ölüm dava ve soruşturmaların kendiliğinden bir nedeni haline geldi neredeyse: "Nasıl olmuş olabilirler? Birileri mutlaka bir yerlerde hata yapmış olmalı."
Biliminsanları, doktor ve düşünürlerin büyük bir kısmı hala uçuk ölümsüzlük rüyalarına mesafeli durduklarını ve bazı belirli sorunları çözmeye çalıştıklarını söylüyorlar. Ancak yaşlılık ve ölüm belirli sorunların sonucu olduğuna göre, biliminsanları ve doktorların araştırmalarını bırakıp, " Tamam, bu kadarı yeterli" diyebileceği bir noktada olamaz: Buraya kadar geldik, artık yeter. Verem ve kanseri yendik ama Alzheimer için çalışmayacağız. İnsanlar bu nedenle ölebilir." İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi, " Doksan yaşına kadar yaşama hakkı vardır" demiyor. "Her insanın yaşama hakkı vardır" diyor. Bu kadar. Bu hakkın son kullanma tarihi yoktur.
Biliminsanları ve düşünürler arasında sayıları giderek artan bir grupsa bu günlerde artık daha açık konuşarak, modern bilimin öncü gelişmelerinin ölümü yeneceğinden ve insanlara sonsuz gençlik bahşedeceğinden bahsediyor. Önemli örnekler arasında geriatrist Aubrey de Grey ve farklı alanlarda uzmanlaşmış bir mucit olan Ray Kurzweil (1999 ABD Ulusal Teknoloji ve İnovasyon Nişanı sahibi) de bulunuyor. 2012'de Kurzweil, Google 'da mühendislik yönetimi'ne atandı ve Google bir yıl sonra "ölümü çözmeyi" hedefleyen Calico İsimli küçük bir şirket kurdu. Google yakın zamanda bir başka ölüm sözlük savunucusu Bill Maris'i de Google Ventures yatırım fonlarını yönetmek üzere görevlendirdi. Ocak 2015 tarihli röportajda, "Bana 500 yaşına kadar yaşamak mümkün müdür diye sorarsanız, cevabım evettir" diyen Maris, bu cesur sözlerini elbette çok miktarda nakitle de destekliyor. Google Ventures 2 milyarlık portföyünün yüzde 36'sını, aralarında hayat uzatma projelerinin de olduğu araştırmalar yürüten şirketlerine aktarıyor. Ölüme karşı mücadeleye Amerikan futboluna benzeterek, "Birkaç sayı almayı değil, maçı kazanmaya çalışıyoruz" diye açıklayan Maris, neden diye sorulduğundaysa, "Çünkü yaşamak ölmekten çok daha güzel" cevabını veriyor.
Silikon Vadisi'nin etkili diğer girişimcileri de benzer hayalleri paylaşıyor. Pay Pal'ın kurucularından Peter Thiel, yakın zamanda sonsuza kadar yaşamayı planladığını itiraf etti. "Bence ölümü yüzleşmenin üç yolu vardır" diye açıklayan Thiel, "Kabullenebilirsiniz, inkar edebilirsiniz ya da savaşabilirsiniz. Toplumumuzun ağırlıklı olarak kabullenen ya da inkar edenlerden oluştuğunu düşünüyorum, ben savaşmayı tercih ediyorum." Çoğu insan gençlik halleri diyerek bu tip beyanları görmezden gelebilir. Ne var ki kişisel serveti 2,2 milyar dolara yaklaşan Thiel, Silikon Vadisi'ndeki en başarılı ve en etkin girişimler arasındadır. Duvarlara coşkuyla kazınan yazılar artık değişiyor: Eşitlik mazide kaldı, bugünün modası ölümsüzlük.
Kaynakça: Homo Deus Yarının Kısa Bir Tarihi | Yuval Noah Harari