Kimsenin bilmek istemediği…

Kimsenin bilmek istemediği…
Geçenlerde, eski adı twitter şimdiki adı X olan sosyal medya ortamında bir paylaşım görmüş idim. Aslında yıllardır bir şehir efsanesi gibi ortalıkta dolaşan bir bilgi olmakla birlikte pek de bilgi sahibi olmadığım için hep kulak arkası etmiş ve araştırmamıştım. Bu paylaşımda, değerli tarihçi ve yüksek öğretim görevlisi Prof. Dr. İlber Ortaylı beraberinde yine alanında ve alanında olmayan birçok konuda uzman olan Jeolog ve yüksek öğretim görevlisi gereksiz şeyler yeme tatbiliri (Gurme), Pro.f Dr. Celal Şengör olmak kaydıyla, sosyal medya fenomeni özellikle manipülayon ve yalan haber uzmanı sözde müzisyen birazcık da yönetmen olan Oğuzhan Uğur beyin programında Filistin ve Filistinlilerin toprak satması üzerine konuşmuşlardı. Yazılarını ve paylaşımlarını sorgusuz kabul ettiğim saygıdeğer İlber Hoca tabiri caiz ise Filistinlilerin birinci ve ikinci dünya savaşı arasında sahip oldukları toprakları sattığını ve hatta Filistinlilerin toprak satıp yaşayan halk olarak tanındığını aktardı.
Eskiden Filistinli demek arazi satıp yaşayan insan demekti, ikinci harpten evvel o iki harp arasındaki Filistinli tipi arazileri satar sattıkça Beyrut’ta yer, harcar, Kahire’de harcar.”
Acaba gerçekten böyle miydi? Yıllardır tarihçiler ve siyasiler ve kahvehane memleket kurtarıcıları bu konuyu tartışmış ama bunun ne derece doğru olduğunu ortaya koymamışlardır. Ve bu konu hep kalem kavgası (polemik) olarak kalmıştır. Ekranlarda sürekli gördüğümüz ve en son Birleşmiş Milletler kürsüsünden Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan tarafından paylaşılan, 1946’dan bu güne kadar İsrail’in Filistin topraklarını işgal etmesini gösteren o malum haritada belirtildiği gibi yıllar boyu süren değişim hayli ilginç bir görüntüdür.
Tabi önce tarihsel süreci anlamak ve değerlendirmek gerekir. Ortadoğu ve mevcut ülkeleri tarih boyunca doğunun ve batının ticaretinde önemli rol oynadı. Özellikle İngiltere ve Fransa gibi sömürgeci ülkeler sanayi devriminde ihtiyaç duydukları enerji arzını karşılamak için ve yine o yüzyılda Osmanlı Devletinin elinde olan ve Hindistan’a giden ticaret yolunun kilit noktası olan Ortadoğu ülkelerini işgal etmek için uygun zamanı kolladılar. Osmanlı Devletinin zayıflamasını fırsat bilerek 19. yüzyılın sonunda Arap lider Şerif Hüseyin Bin Ali’yi kandırıp ayaklandırarak sonun başlangıcını hazırlamış oldular. Sayks-Picot gibi tarihe mal olmuş gizli anlaşmalar bunun delilidir. İngilizlerin Filistin’i işgali bu anlaşmaya dayanır. 1917’ de Balfour Deklarasyonu ile verdiği sözü yerine getiren ikiyüzlü İngiltere 1948 yılında Filistin’i Yahudilere bırakıp İsrail Devletini ilan etmiştir. İşte İlber Hoca bu iki tarih arasını işaret ediyor. Birinci dünya savaşında İngilizlerin mandasına giren Filistin toprakları aslında 1897 yılında başlayan göç dalgası ile birçok Yahudi yerleşimcinin işgaline sahne oluyordu. Bu konuyu daha önce “Kimsenin görmek istemediği…” yazımda anlatmıştım.
Kovulmuş kavim
M.Ö 700 lerde Kudüs’ten, sonra M.Ö 500 lerde yine döndükleri Kudüs’ten kovulan, Babil’e sürülen, İskender döneminde Mısır, Afrika ve İspanya’ya sürülen Yahudiler, yüzyıllar boyunca Roma’nın baskısı altında yaşadılar. 13. yüzyılda İngiltere’den, 14. yüzyılda Fransa’dan ve 15. yüzyılda İspanya’dan kovulan Yahudiler sadece ve sadece biz Türklerden yani Osmanlı Devletinden kabul görmüş ve hoşgörü ile karşılanmış, yüzyıllar boyunca barış içinde yaşamışlardı. 19. Yüzyılda Odessa’da kurulan “Zion severler” örgütü öncülüğünde Rus Yahudileri 1882’de Filistin’e göçü başlattı ama bu hareket siyasal yapısını Theodor Herzl’in öncülüğünde Basel’de toplanan ilk Yahudi Kongresinde özellikle “Filistin’de Yahudilere bir yurt” sloganı ile kazandı. Bu Siyonist hareket, İbrani dinine bağlı olmadan, ırk saflığı iddiasıyla bir Yahudi devleti kurulmasını amaçlamış ve kendilerine sunulan Arjantin ve Uganda alternatiflerini kabul etmemişlerdi. Birbirlerine olan bağlılıkları bu amacın hızlı ve örgütlü bir şekilde gelişmesini sağlamış göç dalgaları sürekli artarak devam etmişti. Kongre sonucunda bir devletin kurulması amacıyla Filistin topraklarına büyük oranda Yahudi’nin girişinin sağlanması, Yahudi olmayan diğer milletlerin desteklerinin kazanılması, Siyonist davaya inanmayan diğer Yahudilerinde katılımının sağlanması gibi çok önemli maddeler üzerinde mutabık kalınmıştı. Sonuçta hedeflerini “Yahudiler için Filistin’de kamu hukuku ile güvence altına alınmış bir vatan yaratmaktır.” olarak açıkladılar. Bu hedefin sonucunda kongre sırasında Theodore Herzl, Yahudileri Filistin’de cebren veyahut maddi olanakları ile toprak kazanması için teşvik etmiştir. Bunun yapılabilmesi için Yahudi Milli Bankası ve Milli Fonu kurulmuştur. Theodore Herzl vakit kaybetmeden uluslar arası arenada destek bulmak için Alman İmparatoru 2. Wilhelm, Sultan Abdulhamid ve Papa ile görüşmek amacıyla yollara düştü. Alman İmparatorunu kullanarak Sultan Abdülhamid’e yanaşmak için birçok yol denese de hiçbirinde başarılı olamadı. En sonunda 1901’in Mayıs ayında Hıristiyanlara karşı doğal müttefik olduklarını ve ayrıca Osmanlı Devletinin mali durumunu düzeltmek için yardım edecekleri sözleriyle kandırmaya çalışsa da Sultanın bilinen sert sözleri ile karşılaşarak Filistin’e herhangi bir Yahudi göçüne izin verilmeyeceği cevabını aldı. Çözümü İngiltere’ye sığınmakta bulan Siyonist hareket oradan da tam olarak istediği desteği alamadı. Bu sefer de Müslümanlara karşı doğal bir müttefik olduklarını söylediği Papa’ya yanaştı. Papa 5. Pie’nin sözleri aynen şöyle oldu;
Bizim mukaddes topraklarımız Türklerin elinde olmasına rağmen tahammül etmeye çalışacağız.” Böylece istediği desteği alamadan hayattan ayrılmıştı. 1914 yılında dünyadaki 13 milyon Yahudi’nin sadece 150 bin kadarı Siyonizmi destekliyordu. Birinci dünya savaşı başladığında Filistin topraklarında Yahudilerin 12 bin dolaylarında ve 59 koloniden oluştuğu belirtiliyor. Bu kolonileşmenin 1917 Balfour Deklarasyonu için İngiltere’ye baskı yapılmasında etkili olduğu görülüyor. Bu süreç 1918’de Filistin’in İngiltere eline geçmesiyle keşmekeşe dönüştü. Çeşitli politik asimilasyon uygulamaları ile Araplar ile işgalci Yahudiler arasında çok kanlı çatışmalar başladı. İngilizlerin eliyle binlerce Yahudi Filistin topraklarına yerleştirildi. Şimdi karşımıza bu mücadele çıktığına göre topraklarını satan Filistinlilerden söz etmek mümkün müdür? Cebren elde edilmiş topraklarda hâkim devlet tarafından bilerek işgal hızlandırılmış bölge halkına uygulanan haksız politikalarla ağır vergiler neticesinde topraklarına el konulmuştur. Başta söylediğimiz tarihçilerin konu hakkında iki kutba ayrılmasının nedeni bu dönemdeki belirsizliğin üst seviyede olmasıdır. Ama buna rağmen özellikle Osmanlı Devleti ve Türk tarihi konusunda uzman tarihçi yazar Mustafa Armağan’ın aktardığına göre;
“Gerçekte toprak satma olayı çok cüzi miktardadır. Yani bütün Filistin topraklarının yüzde 0,9’u kadardır. Çeşitli sebeplerle toprak satılmış olabilir. Zorda kalmış olabilir. Bu yüzde 0,9 gündeme getirilerek yüzde 99,1 gasp yoluyla, şiddet yoluyla, vahşet yoluyla köyleri yakarak, insanları katlederek; Deyr Yasin Katliamını hatırlayalım ya da 531 köyün 1948’de nasıl boşaltıldığını, ‘24 saat içinde boşaltacaksınız boşaltmazsanız hepinizi kurşuna dizeceğiz’ diyerek böylece bu insanların toprakları elinden alındı. Bugün dünyada 10-12 milyon Filistinli var bunlar niye gitti? Topraklarını satarak kaçtıkları için mi? Bugün kopuntu (diasporada) yaşıyorlar. Filistin’de 4 milyon dışarıda 7 milyon Filistinli var.” diyerek konuyla ilgili önemli bilgiler aktarmıştır. Sonuç olarak tarihsel süreçlerle birkaç örneğe dayanarak bütün bir milleti yaftalamak bir hocaya veyahut siyasetçiye hiç yakışmamakla birlikte bir söyleşide böylesine fütursuzca ve yanlış bilgilendirme yaparak halkı yanlış yönlendirmek çok abes olmaktadır. Şu anda bütün dünyanın sanki film izlermiş gibi izlediği bu işgal, bu vahşet ve soykırım bu umarsız yaklaşımın sonucu değil midir? İsrail denilen eli kanlı terör devletinin Filistin’de meşru bir karış toprağı yoktur. Arkasındaki hamilerine dayanarak yüzyıllarca barış içinde yaşadıkları topraklarda ikilik çıkarmak Siyonist kongre ile belirledikleri hedeflerine ulaşmak için kim çıkacak karşılarına, kim dur diyecek? Tabiî ki yüzyıllar boyunca bölgenin hamisi ve barışın tek umudu, Türk dünyasının lideri büyük Türkiye Cumhuriyeti ve onun dirayetli Lideri sayın Recep Tayyip Erdoğan. Hep dediği gibi;
Dünya beşten büyüktür
Saygılarımla…
Araştırmacı Müslim Soysal
Kaynaklar; Mustafa Armağan Tarihçi Yazar, Prof. Dr. İlber Ortaylı, “Kuruluşundan bugüne Ürdün ve İsrail nüfusunun gelişimi ve analizi” Riyad Mishal İst. Üni. Sosyal Bilimle Enstit.