Zamanın gör dediği… Asım/ Çanakkale Şehitlerine…
İki seçenek vardı; ya yok olup gitmek ya da canları feda ederek yedi düvele dur demek…
Şu Boğaz Harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi?
En kesîf orduların yükleniyor dördü beşi,
Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya.
Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı!
Nerde gösterdiği vahşetle “Bu: Bir Avrupalı!”
Dedirir yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi,
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi!
“Büyük soru şu: İstanbul’a kim hâkim olacaktır?”
Napolyon bu sözü sarf ederken henüz 19. Yüzyıl başlarında denge politikası güdülürken, yeni dünya düzeni kurup daha fazla nereyi sömürebiliriz deyu sürekli konferanslar düzenleyerek ellerini atmadık gözlerini dikmedik yer bırakmamışken, hedeflerinin neresi olduğunu apaçık beyan etmişlerdi aslında. Lakin İngiltere, Fransa ve Rusya’nın Afrika ve Asya’daki sömürgelerine gözünü diken ve özellikle Osmanlı Devleti ile ilişkilerini geliştirerek bölgede nüfuz kurmaya çalışan bir Almanya ortaya çıktı. “Sen misin bizim olanı isteyen?” diyerek, Almanya’nın gelişmesine set vurmaya çalışan üçlü itilafa karşı “Var mı bana yan bakan?” deyu dayılanan Almanya, Avusturya–Macaristan ve İtalya odaklı üçlü ittifak peyda oldu. Gelelim İstanbul konusuna. Bu konu aslında Rusya tarafından çok mühim idi. Osmanlı Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’na fiilen katılmasından sonra İtilaf Devletleri tarafından İstanbul’un kesin olarak Türklerin elinden alınacağını düşünen Rus Hükümeti, İstanbul ve Boğazlar civarındaki arazilerin kendilerine bırakılması için Dışişleri Bakanları Sergei Sazonov aracılığı ile İngiliz ve Fransız Hükümetlerine başvurdu. Cevap belli idi. “Eğer savaş zaferle bitecek olursa, İngiltere, kendilerinin Osmanlı İmparatorluğu arazisine ya da başka yerlerdeki arazilerde (özellikle İran) yapacakları taleplerinin olumlu karşılanması kaydı ile İstanbul ve Boğazlar hakkındaki Rus taleplerini tasvip edecektir”. Aslında iki devlette, İngiltere ve Fransa, Rusya’ya batı cephesinde Alman ve Avusturya-Macaristan birliklerini üstüne çektikleri için muhtaç durumda idiler. Ruslar, Marn zaferi ile bu cephede müttefikleri tarafından kazanılan savaşta büyük pay sahibidir. Ayıca Kafkas cephesinde Osmanlı ordularına karşı mücadele eden Rusya, eğer İstanbul emeline ulaşmaz ise destek vermeyeceği için amaçlarına kolay ulaşamayacaklarını biliyorlardı. O nedenle Rusya boğazlardaki harekâtlara katılmamış olsa bile bu harekât Rusya’nın Kafkas cephesine destek vermek ve Osmanlıyı zor durumda bırakmak için elzemdi.
Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,
Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer.
Yedi iklîmi cihânın duruyor karşına da,
Ostralya’yla berâber bakıyorsun: Kanada!
Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk;
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ…
Hani, tâ’ûna da züldür bu rezîl istîlâ!
Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asîl,
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle sefîl,
Kustu Mehmedçiğin aylarca durup karşısına;
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına.
Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz…
Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz.
Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb
Lord Kıtchner’in bu sözü olayın özüdür aslında: “Türk mukavemetinin kırılmasının müttefiklerin ortak menfaatleri icabı olduğunu ve bunun için de İngiltere’nin Osmanlı Devleti’ne karşı harekete geçeceğini” bildirdi. Fakat hala bazı tereddütlerini giderebilmiş değildi. “Kafkasya’da Ruslara ciddî surette nefes aldırtmak için ne yapabileceğimizi bilmiyorum. Türklerin kuvvetlerini Edirne’den çekerek Karadeniz yoluyla Kafkas Cephesine sevk ettikleri muhakkaktır. Bizim ciddi bir ihraç hareketi için hazırlanmış kıtalarımız da yok. Ancak Türk askerlerinin şarka (doğuya) geçmelerine manî olabilecek yegâne müsbet iş, boğazları elde etmek suretiyle mümkün olabilir.” Sanırım bazı şeyleri anladık. Tabi bu iş kolay olmayacaktı. Lord Fisher donanmaya sunduğu raporda Türkler aleyhine harekete geçilmesi lüzumu üzerinde durdu. Onun fikrine göre, bu harekâta Yunanistan ve Bulgaristan’ı da iştirak ettirmek ve İngiliz askerî kuvvetini de yetmiş beş bin rakamından daha az tutmamak lazımdı. Balkanlar, Yunanistan ve Bulgaristan üzerinden zorlanırken, donanma da büyük hazırlıklarla Çanakkale’ye karşı hücuma geçecekti. Churchill sadece kara harekatından yana olsa da sonunda Lord Fisher’ın raporuna göre hareket etti. Amiral Carden’e şu telgrafı çekti: “Boğazların donanma tarafından ele geçirilmesini mümkün görüyor musunuz? Bu harekât için, burada mayın tarayıcı gemilerle takviye edilen eski tip gemilerin kullanılması münasip görülüyor. Neticenin ehemmiyeti, büyük zararı göze aldırabilir.” İki gün sonra, Amiral Carden’in verdiği cevapta “Boğazların derhal ele geçirilmesinin mümkün olamayacağını kaydetmekle beraber gitgide gelişecek harekât neticesinde zorlanarak da olsa muvaffakiyete ulaşılacağı…” belirtiliyordu. Savaş çetin olacaktı. Türk tabyalarının aralıksız ateş altında tutulması isteniyordu. İngilizlerin amacı belli idi. Osmanlıyı Mısır ve Süveyş kanalından uzak tutmak için tamamen zararsız hale getirmek. Balkan devletlerinin Almanya yanında olmasını engellemek ve Rusya’nın cephelerde elini rahatlatarak ihtiyaç duyduğu silah ve malzeme sevkinin sağlanması idi. İstanbul’un gözetim altında tutulmasının yolu en kısa şekilde Çanakkale’den geçiyordu.
Bütün bunlar olurken tabiî ki İstanbul’da Çanakkale’nin geçilmesi tehlikesi karşısında hazırlıklar yapılıyordu. Şehrin müdafası için örtülü ödenekten harcama kararları alınırken, bir yandan da halk arasında yardım kampanyaları düzenleniyordu.
“Bunlardan ilginç olanlarından biri basında “Kahraman Mehmet Çavuş için” başlığı ile halka duyurulmuş ve bunun sonucunda İstanbul’daki çeşitli zevattan, 148,956 kuruş, Musul halkından 25.000 kuruş, Çankırı halkından ise 2.000 kuruş yardım toplanmış, Müdafaa-i Milliye, neşrettiği ilanlarla toplanan yardımlar neticesinde bir hediye-i nakdi olmak üzere 25 bin paket sigara sipariş edildiğini” yazmaktadır.
Bir millet top yekün, yedi düvele meydan okumaya hazırlanıyordu. Ancak yine de İstanbul’da endişe hâkim idi. Çünkü Çanakkale’de kuvvetler eşit değildi. Osmanlı tabyalarındaki yüz kadar topa karşılık, İtilaf devletlerinin 50 kadar savaş gemisi ve içinde yaklaşık 500 topu vardı. Eskimiş Osmanlı toplarına karşılık, İngiltere ve Fransa’nınkiler ise son modeldi. Cephane bizde kısıtlı, karşı tarafta ise bol miktarda idi. Osmanlı askerî her top mermisini canından bir parça koparcasına atmaya hazırlanırken, karşı taraf bütün bordalarını ölümü sağanaklaştıracak gibi hazırlanıyordu. Bütün bu endişelere rağmen basında çıkan haberlerden halkın kendine ne kadar güvendiğini, moralinin yüksek olduğunu ve Çanakkale savunmasının ne kadar önemli olduğunu bildiğini görüyoruz. Zaten savaşı bu şekilde, bu maneviyat ile kazanmadık mı? Aslında hepsi kahramandı, hepsi şehadete and içmiş idi. Fakat içlerinde öyle kahramanlar vardı ki yaptıkları ile hem düşmanı hem de yedi düveli kendilerine hayran bırakmışlardı.
Yaralanmış temiz alnından, uzanmış yatıyor;
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor!
Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş, asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer.
Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor Tevhîd’i…
Bedr’in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi…
Müstecip Onbaşı…
Çanakkale boğazını geçmeye çalışan Fransız Turquoise denizaltısı, ağlara takılarak su yüzüne çıkmak zorunda kalmıştır. 30 Ekim 1915’te Gelibolu Yarımadası’ndaki Akbaş mevkisinden Kilitbahir’de nöbet tutan Topçu Er Müstecip, denizaltının su yüzüne çıkan periskopunu fark eder ve emir beklemeden topunu ateşler. 3. Atışında denizaltıyı periskopundan vurmayı başarır. Türk ordusu denizaltıyla birlikte 28 kişilik mürettebatı ve bunun yanında çok önemli olan şifreli belgeleri ele geçirir. Daha da önemlisi, İngiliz denizaltısıyla buluşma koordinatları da ele geçirilmiştir. Bu koordinatlar zaman kaybetmeden müttefik olduğumuz Alman denizaltısına bildirilir. Hiçbir şeyden haberi olmayan İngiliz denizaltısı buluşma noktasına geldiğinde buluşmayı umduğu Fransız denizaltısı yerine Almanların UB 15 denizaltısı ile karşılaşır. Bu İngiliz denizaltısının sonu olur. Müstecip Er çok ama çok uzak bir mesafeden denizaltı periskopu gibi vurulması imkansız, küçük bir hedefi vurarak, düşman donanmasının iki denizaltısını kaybetmesini sağlar. Bu olay bizim ordumuz için çok büyük bir moral kaynağı olur ve Müstecip Er artık bir Onbaşı olur.
Ali Reşat…
“Bir akşam kalkar ve kendi çabaları ile İngilizler ile çatışmaya başlar. Gece yarısı cehennem gibi gürültülerle ve atışlarla ortalık yanıyordu. Sabaha karşı, Ali Reşat bir İngiliz dürbünü ve brovning tabanca ile geri dönmüştü.” Karl Vollmoller. (Çanakkale savaşını gözleyen yazar)
Komutanı Ali Reşat’ı şu şekilde anlatır;
“15 yaşında vardı. Savaşmak ister idi. Birisi ona bir pantolon verdi, başka biri de asker ceketi. Yalnızca silahı eksik idi. Büyük adamların da silaha ihtiyaçları vardı. Ali’nin el bombaları ile tanışması kendi fikri idi.” Yine komutanının anlattıklarına göre iki kez ağır yaralanır. Buna rağmen zorla cephe gerisindeki bir hastaneye götürülür. O ise en kısa zamanda, destan yazmak için cepheye geri dönecekti. Gerçek kahraman Ali Reşat hakkında başka bilgi yok ne şahadeti ne de gaziliği yazar bir yerde. Bizler ise imdi yapay kahramanların(!) sözde dizilerini ve filmlerini izletiriz çocuklarımıza.
Seyit Onbaşı…
“Kilitbahir Mecidiyesi’ndeki uzun 24’lüklerin üçüncü topunda idim. Bir kere mermiyi kucaklayacak oldum, yağlı olduğundan elimden kaydı. Elimi biraz topraklayarak bir dizimi yere koydum ve mermiyi sırtladım. Merdivenleri ilk defa nasıl çıktığımı hatırlamıyorum. Gene aşağıya atlayarak 2., 3., 4. mermileri sıra ile taşımaya başladım. Aslan topumuz gürlemeye başlamıştı. 4. mermiyi attıktan biraz sonra idi, Gonca Suyu tarassut mevkisi, iki mermimizin isabetini bildirmişti. Bu haberi de duyduktan sonra bana gülleler, ufak bir saman çuvalı kadar yenik (hafif) geliyordu. Sanki denizin üzeri yanıyordu. Sağda solda iki gemi, kara dumanlar ve kızıl alevler içinde yana yana batıyordu.”
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?
“Gömelim gel seni târîhe” desem, sığmazsın.
Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb…
Seni ancak ebediyyetler eder istîâb.
“Bu, taşındır” diyerek Kâ’be’yi diksem başına;
Rûhumun vahyini duysam da geçirsem taşına;
Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ nâmıyle,
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle;
Mor bulutlarla açık türbene çatsam da tavan,
Yedi kandilli Süreyyâ’yı uzatsam oradan;
Sen bu âvîzenin altında, bürünmüş kanına,
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına,
Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem;
Gündüzün fecr ile âvîzeni lebrîz etsem;
Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana…
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana.
Sen ki, son ehl-i salîbin kırarak savletini,
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddîn’i,
Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran…
Sen ki, İslâm’ı kuşatmış, boğuyorken hüsran,
O demir çemberi göğsünde kırıp parçaladın;
Sen ki, rûhunla berâber gezer ecrâmı adın;
Sen ki, a’sâra gömülsen taşacaksın… Heyhât,
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât…
Ey şehîd oğlu şehîd, isteme benden makber,
Sana âgûşunu açmış duruyor Peygamber.
Çanakkale Boğazı eskiden beri tahkim edilmişti, ama bu tahkimatın gelişen teknolojiye ayak uydurabildiğini söylemek mümkün değildir. Mevcut tahkimatın ağırlık noktası Çanakkale Boğazı’nın her iki kıyısındaki tabyaların ateş hedefi sadece Ege Denizi yönündeydi. Bu yüzden engeli aşacak olan filo, tabyaları arkadan ateş altına alabilirdi. Çanakkale, karadan yapılacak saldırılara karşı daha zayıf bir durumdaydı. Kara saldırılarının savuşturulması için sadece Bolayır mevkiinde tahkimat mevcuttu. Buradaki üç tabya ve ara tabyalardan bir miktarı yarımadayı Doğu’dan gelebilecek bir saldırıya karşı koruyabilirdi37. 1914 yılının Ağustos ayının başında savaş Osmanlı Devleti’ni de tehdit etmeye başlayınca başkomutanlık Çanakkale’deki mevcut kuvvetleri takviye etme kararı aldı. Tekirdağ’da bulunan 3. Kolordunun Gelibolu’ya gönderilerek Çanakkale çıkarmalarına karşı görev almasına karar verildi. Kolordunun komutanı Balkan Savaşı’nda (Yanya’da) savunması ile adını duyurmuş olan Tuğgeneral Esat (Bulkat) Paşa idi. Kolordunun kurmay başkanlığını Kur.Yarbay Fahrettin (Altay) yapıyordu. 3. Kolordu 19. Tümenin başında ise Kur.Yarbay Mustafa Kemal (Atatürk) vardı.
Ancak Çanakkale’deki esas savunma hattı 1914 Eylül ayında Boğaz tahkimat görevi kendisine verilen Alman Amiral V. Usedom ve Çanakkale Müstahkem mevki komutanlığına getirilen Tuğgeneral Cevat (Çobanlı) Paşa tarafından hazırlanan plana göre yapıldı.
Bugün tüm cihana nam salmış bu destanın sadece bir kahramanı yoktur. Bu destan; bütün vatan evlatlarının ve Türk’ün gücünü, cesaretini, zekâsını ve merhametini cihana kanıtlamış komutanlarıyla, çavuşlarıyla, onbaşılarıyla, erleriyle ve nice kahraman evlatlar yetiştirmiş hatunlarıyla tüm milletin destanıdır. Rabbim şahadetlerini kabul, mekanlarını cennet eylesin. Bize düşen vazife bellidir. Unutursak veya unutturur isek gök girsin kızıl çıksın…
Araştırmacı: Müslim Soysal
Kaynaklar: Tübitak Yayınları. 18 MART 1915 ÇANAKKALE DENİZ SAVAŞI: SEBEPLERİ, GELİŞİMİ ve SONUÇLARI Yaşar SEMİZ. Mehmed Akif Ersoy SAFAHAT.
Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız. Detaylar için veri politikamızı inceleyebilirsiniz.
I thoroughly enjoyed this piece. Its clear, concise, and thought-provoking. Anyone else have thoughts on this? Feel free to check out my profile!