Zamanın gör dediği… Babıâli Baskını…

Zamanın gör dediği… Babıâli Baskını…
Kurt kışı geçirir fakat yediği ayazı unutmaz değil mi?
İktidar muhalefet sorunlarının bir milleti neredeyse yok oluşa sürükleyişinin sonucu olan meşhur Babıâli Baskınının neredeyse 111. Seneyi devriyesi. Aslında çok partili denemenin ilk hüsranı sayılır. Her ne kadar yıllarca İstibdat dönemi diyerek bütün sorunların kaynağı gibi gösterilse de yalnız bırakılan bir sultanın elinde olmayan ve iktidar hırsı ile koskoca bir devleti, hükmü ile dünya nizamının adı olmuş Osmanlı Devletini tarih sahnesinde karanlığa götüren bir dizi olaylar silsilesidir Babıâli Baskını. Öncelikle belirtelim Ya devlet başa ya kuzgun leşe… Bu bir iktidar savaşının kronolojik sıralaması olacaktır. İttihat ve Terakki ne kadar bir aktördür veya kimlerin elinde maşa olan kişilerin oluşturduğu bir cemiyettir veyahut muhalifler ne kadar vatanseverdir, ne kadar iyi niyetlidir. Bu soruları ben sormayacağım. Soruların sahibi sizlersiniz. 1. Meşrutiyet yani 1908 ile 31 Mart vakası 1909 arasındaki dönemin bir kaos dönemi olduğuna bir hürriyet çılgınlığı oluştuğuna her kesim tarihçi onay verecektir. Güya despot bir padişah olan Abdülhamid döneminde çıkan gazetelerin, dergilerin haddi hesabı yoktur. Ağza alınmayacak şeylerle dolu yazılar havada uçuşmaktadır. Buna hürriyet manyaklığı denir. Hele ki İttihatçıların hem sultan yanlılarına hakaret ve tehditleri hem de muhaliflere tehditleri kayıtlarda mevcuttur.
Cumhuriyet döneminde demokrasinin işleyişi sık sık darbelerle kesildi. Aslında bu bizim eski bir geleneğimiz. Osmanlı İmparatorluğunda askeri isyanlar ve darbeler, Fatih Sultan Mehmed’in ilk hükümdarlığı zamanında 1446 Buçuktepe İsyanı ile başlar ve 1913teki Bâbıâli baskınıyla sona erer. Neredeyse Fatih Sultan Mehmed’den sonra isyanla yüzleşmeyen Osmanlı padişahı yok gibidir. 36 Osmanlı padişahından 12sinin isyan ve darbeyle tahtını kaybettiği gözönüne alındığında durumun vahameti daha iyi anlaşılır. Günlerce, hatta aylarca devam eden isyanlar İstanbul halkına korkulu günler yaşatıyor, günlük hayat tamamen felç oluyordu. İsyanlar zaman zaman o kadar ileri boyutlara ulaşıyordu ki, bazen devlet adamlarının cesetleri köpeklere yem ediliyor, bazen sadrazamların kelleleri alınıyor, bazen de padişahlar acımasızca katlediliyorlardı.” E. Afyoncu Osmanlı İmparatorluğu'nda Askeri İsyanlar ve Darbeler
İktidar ve muhalefet…
31 Mart vaka’sından (13 Nisan 1909) sonra askerin desteğini arkasında hisseden İttihat ve Terakki Cemiyeti bütün yönetimi ele geçirerek resmen bir diktatör cuntası haline gelen tavırları sayesinde karşısında bir muhalif cephenin oluşmasına olanak sağlamıştır. Özellikle 18 Ocak 1912 de gerçekleşen Sopalı Seçim dediğimiz zorbalık, baskı ve dayatmalar işin ayyuka çıkmasını sağlamış, Ahrar Fırkası ve Hürriyet ve İtilaf Fırkası, muhalefet cephesini oluşturan iki önemli aktör olarak siyasi hayatta yerini almıştır. Bunun olması kaçınılmaz bir durumdu. Balkanlardaki çalkalanma ve kopuş senaryoları muhalif cephenin ordu içerisinde artmasını, özellikle Arnavutluk isyanını bastırmaya giden subayların “Halâskârân” veya “Halâskâr Zâbitân” adı altında bir grup kurarak karşı cephe oluşturmasının önünü açmıştır. Bu grup özellikle Kıbrıslı Kamil Paşa’nın hükümeti kurmasını istiyordu ve baskılara dayanamayan İttihat ve Terakki resmen geri çekilmek zorunda kaldı.
“Bu grubun İstanbul’daki mensupları hükümete bir muhtıra vererek meclisin dağıtılmasını, Kıbrıslı Kâmil Paşa başkanlığında yeni bir hükümet kurulmasını, aksi halde yönetime el koyacaklarını bildirdiler. İttihatçılar buna boyun eğmek zorunda kaldılar ve 16 Temmuz 1912’de Said Paşa kabinesi yerine Gazi Ahmed Muhtar Paşa başkanlığında yeni bir hükümet kuruldu. “Büyük Kabine” veya “Baba-oğul Kabinesi” denilen yeni hükümetin İttihatçıların çoğunlukta bulunduğu meclisten güvenoyu alamaması üzerine sadrazamın isteğiyle padişah parlamentoyu feshetti.” Cevdet Küçük Babıâli Baskını
Olacak olan olaylara Sadrazam ve Sultan müdahil olmak isteseler de bunda tam anlamıyla muvaffak olamadılar. Tarihler 8 Ekim 1912’yi gösterirken siyasi görüşler nedeniyle parçalanmış bir ordu Balkan Harbi ile karşılaştı. Sonuç tabii ki vahim oldu. Bu kötü sonuçları fırsat bilen ve burnundan soluyan İttihatçılar, çok tehlikeli bir biçimde ordu içinde partizanca tutumlar ile ikilik çıkardılar. Başarısızlıkları fırsat bilecek ve iktidar hırslarını gerçekleştirebileceklerdi. Düşünsenize bir tarafta Halâskârânlar ve bir tarafta İttihatçılar ve yavaş yavaş elden giden topraklar.
Londra görüşmeleri…
Avrupa devletleri iştahı kabarmış bir şekilde 17 Ocak 1913’e Babıâli yönetimine bir nota vererek Edirne’yi Bulgaristan’a, Adaları da kendilerine Allah ‘ın emri Peygamberin kavliyle istediler. Londra görüşmelerinde bu isteklerinden dolayı sonuç alamayan Avrupa Osmanlı’yı demokratikleştirmek istiyor ve bunu çok partili bir şekilde gerçekleştiriyordu. 22 Ocak 1913 te Dolmabahçe sarayında toplanan iktidar ve muhalif kanadın önde gelenleri şûrâ-yı umûmî de karar aldıkları şekilde Edirne için başka bir çözüm önermek üzereydiler ki İttihat ve terakki kirli emelini yani darbe planını devreye soktu. Bu bir fırsat idi. Kıbrıslı Kamil paşa hükümetini Edirne’yi Bulgarlara vermiş gibi
“Elçilere verilecek cevabî notayı görüşmek üzere hükümetin Bâbıâli’de toplandığı gün (23 Ocak 1913) Enver Bey, yanında Yâkub Cemil, Mümtaz, Mustafa Necib, Ömer Nâci gibi İttihat ve Terakkî’nin ileri gelenlerinden sekiz on kişi olduğu halde, partinin Nuruosmaniye Şeref sokağındaki merkezinden ata binerek Babıâli’ye doğru yola çıktı. Talat Bey ise birkaç İttihatçı subay ile birlikte kıyafet değiştirerek daha önce Babıâli’ye gitmişti. Enver Bey ve yanındakilere yol boyunca çoğunluğu çocuk olmak üzere halk da katıldı. Kalabalık ellerinde bayraklar olduğu halde tekbir getirerek Babıâli’ye doğru ilerledi. Enver Bey ve yanındakiler dış sofaya vardıklarında sadaret yaveri Nâfiz Bey odasından fırladı ise de baskıncıların ateşi sonucu öldürüldü. Harbiye nazırının yaveri Kıbrıslızâde Tevfik Bey de aynı şekilde vuruldu. Tevfik Bey de ölmek üzere iken ateşlediği tabancasıyla İttihatçıların fedailerinden Mustafa Necib Bey’i öldürdü. Ortalığa dehşet salmak için sofanın büyük camlarına ateş edilerek camlar büyük gürültülerle yere indirildi. Gürültüyü duyan kabine üyelerinin her biri bir yere sığındı. Harbiye Nâzırı Nâzım Paşa ise ne olduğunu anlamak için dışarıya fırladı. Baskıncılar, bu sırada kapıyı bekleyen polis komiseri Celâl Bey’i de öldürerek iç sofaya girmişlerdi. Nâzım Paşa, İttihatçılar’a doğru ilerleyip yüksek sesle çıkıştığı bir sırada Yâkub Cemil tarafından şakağından vurularak öldürüldü. “Ali Fuat Türkgeldi, Görüp İşittiklerim.
Ahali mi asker mi?...
Kıbrıslı Kamil Paşa’ya imzalatılmak istenen evrakta padişaha sunulmak üzere ahalinin ve askerin isteği üzere ifadeleri geçse de paşa sadece askerin isteği üzerine yazmış ama değiştirilmiş idi. Sonuç olarak İttihat ve Terakki cemiyeti tek partili şekilde iktidarı ele geçirip yönetmeye başladı. 1918’e kadar bir darbe girişimi olmaz çünkü ortada darbe yapabilecek adam kalmaz. Burada sorulması gereken sorular silsilesi şunlar olabilir; İngiliz arşivleri incelendiğinde Enver paşanın milli mücadelenin başına geçmelerinden neden korktukları, Enver paşanın Anadolu’daki gücünün kırılması için Babıâli Baskını gibi münferit olaylar ile kişiliğinin yıpratılmasının kimlere yarayacağı, İttihat ve Terakkinin içerisindeki insanların ne kadarının Türk Milliyetçisi olduğu...Bu baskının bir dizi sonuçları aşağıdaki gibidir.
11 Haziran 1913 Sadrazam Mahmut Şevket Paşa bir suikast sonucu öldürüldü. 12 Haziran 1913 Said Halim Paşa sadrazam oldu. 21 Temmuz 1913 Mustafa Kemal, Kolordu Kurmay Başkanı olduğu Bolayır Kolordusu ile 1. Balkan Savaşlarında kaybedilen Edirne’yi geri aldı. 29 Eylül 1913 Balkan Savaşları sonunda Bulgaristan ile İstanbul Antlaşması imzalandı. 27 Ekim 1913 Mustafa Kemal, Sofya Askeri Ataşesi oldu. Aynı gün Fethi Okyar ise Sofya Büyükelçisi olarak atandı. 14 Kasım 1913 2. Balkan Savaşı'ndan sonra, Yunanistan ile Osmanlı Devleti arasında Atina Antlaşması imzalandı.
Araştırmacı: Müslim Soysal