Zamanın gör dediği. Megali İdea denilen dramatik oyun ve sonu.

Zamanın gör dediğiMegali İdea denilen dramatik oyun

Uzun zamandır yazıya ara verdim biliyorum. Seçim ve ağır geçirilmiş hastalık sonrası tekrar sizlerle buluşmak çok güzel. Umarım keyifle okursunuz.
Tarihler 1919 ‘u gösteriyordu. Daha 1. Cihan harbinin üzerinden henüz bir yıl geçmiş idi. Rejimler, imparatorluklar yerle bir olmuş ve tarih sahnesine yeni devletçikler peyda olmuş idi. Savaşın galipleri 18 Ocak’ta Paris’te bir araya geldi. Gözler masadaki dünya haritasındayken konferansta istekleri ile şımarık bir çocuğu andıran birisi dikkatleri üstüne çekmiş idi. Yunanistan başbakanı Elefterios Venizelos. Batı Anadolu ve Trakya’yı kendilerine istiyordu. Hayali olan Megali İdea idi. “Megali İdea”, Yunanca “Büyük Fikir” anlamına gelir. Bu kavram, özellikle Yunanistan’ın doğusuna yönelik olarak, Rumların yaşadıkları yerleri Yunanistan bayrağı altında birleştirmeyi amaçlayan yayılmacı bir milliyetçilik ve dış politika anlayışını simgelemektedir. Fakat felaketi olacağından habersiz olan Venizelos, umut ettiği şekilde başlayan Küçük Asya yani Anadolu seferi, karşısında aşılmaz olarak duran ve yeni kurulacak olan Türk devleti tarafından kahramanca püskürtülecekti. Sonrasında kendi iç hesaplaşmaları ve altılar davası ile bir hayalin sonu gelecekti.
Helenizm
Eğer, şimdiki Yunanistan’ın kendilerinin Bizans (Doğu Roma) imparatorluğunun devamı oldukları iddiasıyla yola çıkacak olursak, Türk-Yunan ilişkileri, bizim Anadolu’yu fethettiğimiz tarih olan 1071’den itibaren 950 yılı geçen bir zamanı tartışmakta fayda var. Yok, eğer bugünkü Yunanistan’ın 1830’dan beri kazandığı bağımsızlığı temel alırsak ilişkilerimiz yinede en az iki asırlık olarak tanımlanabilir. İlk isyan 1821’de Mora Yarımadası’nda başladı. Daha önce de yazmış olduğum gibi Rusya, Fransa ve İngiltere’nin rüzgârını arkasına alan Rumlar tam 8 yıl Osmanlı Devletine ve Türk milletine karşı şiddet uygulayarak bağımsızlıklarını kazandılar. Osmanlı ordusu Navarin Deniz savaşında büyük bir yenilgi yaşadı. 1829’da imzalanan Edirne Anlaşması ile Yunanistan’ın bağımsızlığı tescillendi ve bağımsızlığını kazanan ilk devlet oldu. Selçuklu hâkimiyetinden sonra Anadolu'da hâkimiyet kuran Osmanlının 1362'de Edirne'yi fethi ile başlayan Bizans kuşatması 1453 yılında Fatih'in İstanbul'u almasıyla son bulmuş ve 1830'da Yunanistan'ın bağımsızlığına kadar tam 377 yıl Ortodoks Rum ahali, Osmanlı tebaası olarak yaşamıştır. Osmanlı İmparatorluğu'nun üç kıtayı kaplayan geniş coğrafî hudutları içinde değişik din, ırk ve dillere sahip topluluklar gibi Rumlarda Osmanlı vatandaşı olarak hiçbir baskı görmeden huzur ve güven içinde yaşıyorlardı. Devletin hukuk sistemi, bu değişik etnik ve dini yapıyı güçlü bir ideal ve müşterek bir şuur etrafında toplamaya göre tanzim edilmişti.
Osmanlılık şuuru…
“Bu müşterek şuur, "Osmanlılık şuuru" idi. Kullanılan hukuk sisteminde devlet yönetimine ve ordu idaresine ait hususlar, Türklerin Orta Asya'dan beri uyguladıkları örfi hukuka (töre), aile ve fertler arasındaki ilişkiler şer-i hukuka ve gayri Müslim tebaanın kendi aralarındaki sorunları ise cemaat (kilise) hukukuna bağlı idi. Osmanlı Devleti; devlete ve müesseselerine işlerlik kazandırmaya çalışırken şer-i ve örfi hukuk sistemlerini kullanmıştır. Devlet yönetimine ve askeri yönetime ait hususlarda daha çok örfi hukuka yer vermiştir. Böylece Osmanlı devleti her iki sistemi kaynaştırarak kendisine has bir "Osmanlı hukuku" meydana getirmeye çalışmıştır.” İşin özeti aslında budur.
Kukla kral…
“Osmanlı- Rus Savaşı sonucunda Yunanistan bağımsızlığını kazandı. Yunanistan’ı büyük devletler kurdu dersek doğrudur. Yunanistan’ın ortaya çıkmasında İngiltere, Rusya ve Fransa’nın rolü çok büyüktür. Kaldı ki bu devletler Yunanistan’ın kralını da Avrupa’dan bulup getirdiler.” Doç. Dr. Nilüfer Erdem İstanbul Üni. Burada dikkat edilmesi gereken cümle kralın Avrupa’dan ithal olmasıdır. Elinde oyuncağı ile dolaşan sözde büyük devletler, sınırları geniş, güçlü ve zengin bir imparatorluğun hayali ile yanıp tutuşmakta olan Yunanlıların planını yapmış idi. Nitekim 1864’de yapılan Yunan Anayasası’nda Kral I. Yorgi’ye “Helenlerin Kralı” adı verilmişti. Aslında Megali ideanın başlangıcını, Fatih’in İstanbul’u fethinde aramak gerekir. Patrikliğin yeniden inşası ile 2. Katerina’nın Grek Projesi dediği bu proje, Ortodoks kilisesinin, Yunan yazar ve şairlerinin ve en önemlisi Rusya’nın beslediği fikirlerle en sonunda 1791’de masadaki bir harita haline gelmiştir. Yavuz Sultan Selim’in Suriye ve Mısır’ı fethetmesi ile beraber, Antakya ve İskenderiye Patrikhaneleri üzerinde nüfuz ve üstünlük sahibi kılınması İstanbul Patrikhanesi’nin gücünün artmasına, Papalık gibi gösterilmesine neden olmuştur. Nitekim Atina Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Maarif Vekili Prof. Dr. Luvaris “ ...artık ‘Megali İdea’nın hükümeti de var olmuştur ki bugüne kadar da durum devam etmiştir” diyerek Patrikhanenin rolünü açıkça ortaya koymaktadır. Osmanlı hâkimiyetine rağmen kültürlerini koruyan Rumlar, bu güçten yararlanarak eski Bizans toprakları üzerinde Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kurmak için faaliyete geçmiştir.
Hac ve Hilalin savaşı…
Şimdi Konstantinapolis ve bilhassa yeniden canlanan Logos’un mabedi olan Ayasofya Kilisesi bu ümitlerin müşahhas bir sembolü haline geldi. Bu hal Fatih’e karşı mücadelede surlar üzerinde ölen taşlaşmış son Yunan İmparatoru Konstantin Palöologus efsanesinde ifadesini bulmaktadır. Kavmine hilalin gasp etmiş olduğu hürriyeti geri vermek için onun tekrar dirileceğine inanılmaktadır. Ayasofya’da düşmanın gelmesiyle yarım kalan mukaddes ayin-Büyük kilisenin duvarları arasında kaybolmuş olan-Patriğin bütün ihtişamıyla tekrar ortaya çıkmasıyla devam edecektir” Atina Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Maarif Vekili Prof. Dr. Luvaris. Patrikhane makamı, Bizans’ın dinî ve dünyevi olan iki yönlü iktidarının ayakta kalan tek taraflı devamı idi. Bu fikrin ilerleme şekli alt yapısının doldurulması ve halka benimsetilmesi şeklinde olmuştur. Yunan devletinin kurulmasından sonra bir tarih yazılımının ortaya çıkartılması ile bütün Helen ruhunu kendi bünyesinde toplayacak geniş sınırları kapsayan (Anadolu, Trakya, Makedonya, Kıbrıs, Adalar) bir Yunan imparatorluğu kurmak. Rigas Ferreros adlı milliyetçi Yunanlı bir şair tarafından 1791’de Bükreş’te hazırlanan ilk “Megali İdea” haritası 1796 yılında Viyana’da basılmış ve daha sonra Yunan yayılmacılığının temel belgesi haline gelmiştir. 1844’te Başbakan Ioannis Koletis de parlamentoda yaptığı konuşma ile bu fikri resmileştirmiştir. Amaç, Doğu Roma imparatorluğunu yeniden diriltmek idi.
“Yunan Krallığı, Yunanistan değildir; Yunanistan’ın sadece bir parçası… Yunan, Sadece krallık sınırları dâhilinde yaşayanlar değildir. Helenizm’in iki başkenti vardır. Atina, Krallığın başkentidir. Konstantinopolis ise büyük başkenttir; tüm Yunanların şehri, hayali ve ümidi…” İoannis Kolettis. Buradaki kilit isim Konstantinopolis’tir. Kılıç hakkımız, destanımız ve rüyamız İstanbul’umuz. Amaç bellidir. Ezberletilen bellidir. Atasının mezarına tekme atanların yönettiği İstanbul!

Milliyetçilik akımları...
Bu büyük fikir yani Megali İdea 1840 larda halk içinde büyük taraftar toplayıp milliyetçiliği üst seviyeye çıkarmış idi. Ayrıca iç ve dış politikada birçok taraftar topluyordu. Osmanlı devletinden toprak kazanarak büyümek amaçlanıyordu. 1864’de 7 adaların İngilizler tarafından verilmesi dış politikadaki ilk adımları idi. Fransa’nın Atina büyükelçisi M.J. Tuvanel’in Fransa dış işleri bakanlığına yazdığı mektup aslında her şeyi özetlemektedir. “Ruhaniler ise, İstanbul’a yeniden “Konstantinapol” adının verilmesini sağlayacak olan, Ayasofya’nın “Sent Sofi” olarak telaffuzunu temin edecek Yunan zaferinin hasretzedeleridir. Her Yunanlıya bu fikir beşikten mezara kadar maharetle telkin ediliyor. Kırım Savaşlarının cereyanı sırasında Yunanistan, Osmanlı Ordularına saldırmaktan men edildiği için, kendisinin velinimeti olan İngiltere ve Fransa’ya bile tehevvür ve hiddet içindedir. Kraliçe Amelis, bana soğuk bir tavırla; ‘Ali Paşa bütün Avrupa siyasilerini arkasından sürükledi. Bir Türk’ün bu mahareti bize olduğu kadar sizlere de elen vermelidir’ dedi. Yunan milletinde, Osmanlılara ve umumiyetle Türklüğe karşı olan bu derin kini, Moskova’da görev yaptığım zamanlar, Ruslarda dahi müşahede etmedim. İnancım odur ki, Yunanlar Türklere karşı hiçbir zaman ve her türlü durum ve şartlar altında dostluk göstermeyeceklerdir”
1910 yılı Yunanistan’da iktidar değişikliğine sahne olacaktır. Liberal parti zaferiyle başa geçerek yönetimi devralan Elifterios Venizelos, tamamiyle emir aldığı gibi yayılmacı bir politika izleyerek şiddetini arttırdı. Patlak veren Balkan savaşları, Osmanlı devletinin yaklaşı 1 yıl süren savaşlarda çok büyük toprak kaybetmesine ve Yunanistan’ın da tam tersi topraklarını iki katına çıkarmasına sahne oldu.
“Osmanlı Devleti için büyük bir kayıp, kan kaybı, hem ticari anlamda hem nüfus anlamında. Çok ciddi oranda Türk ve Müslüman nüfusun yaşadığı bir coğrafyadan bahsediyoruz ve birçok toprak kaybı yaşanıyor. Ama Yunanistan, Osmanlı devletinin tersine büyümeye başlıyor Balkan savaşları ile birlikte…” Doç Dr. Tuğba Eray Biber Mimar Sinan Üni. Buradaki kilit cümle hem Türk hem de Müslüman nüfus kelimesidir. Amacın ne olduğu belli değil midir?
Taş atmadan kolu yorulmuş haspam…
1914’de gelinmişti. Yunanistan Osmanlı Devletine karşı itilaf devletleri saflarında yerini almış bulunuyordu. 1918 yılında savaş nihayete erdiğinde ise Yunanistan savaşa sadece 1 yılını vermiş bir devlet olarak sahnede duruyor ve istek listelerini hazırlıyordu. Yani Osmanlı devleti veya karşısındaki İngiltere ve Fransa gibi devletler ile birlikte uzun yıllar boyunca savaşmadı. Ama doğal olarak kazananlar tarafında olduğundan ve Balkanlarda Bulgaristan’a karşı cephe oluşturduğu için elbette ödülünü bekleyen bir bekçi gibi el açmış durumda idi. Nitekim İngiliz Dışişleri Bakanı Lord E. Edward Grey, 11 Ocak 1915 tarihinde Yunanistan yöneticilerine bir teklifte bulunmuştur. İngiliz Bakan bu teklifinde, Sırbistan’a yardım şartıyla Anadolu kıyılarından hatırı sayılır bir kısmının Yunanistan’a bağışlanabileceği sözünü vermiştir. İngiltere, 1 Nisan’da da müttefikleri adına “Yunanistan’a Türklere karşı savaşa katılma bedeli olarak Ocak ayında vadedilen, Aydın vilayeti de dâhil Batı Anadolu topraklarını garanti etmeye hazır olduklarını” bildirmiştir. 30 Ekim 1918 de Mondros Mütarekesi ile koşulları ağır bir cenderenin altında ezilmekte idik. Galip devletlerin, Osmanlı topraklarını paylaşmak için toplandığı ve yukarıda belirttiğimiz konferansta şımarık çocuk Yunanistan gözlerini haritaya dikmiş bir şekilde bekliyordu. Venizelos, melon şapkası başında, Trakya’nın tamamını, Batı Anadolu’yu, 12 Ada’yı ve Kıbrıs’ı babasının malı gibi talep etti. İngiliz, Fransız ve Amerikan temsilcilerden oluşan komisyon şımarık çocuğun isteklerini tabiî ki kabul etti. Nedeni kolaylıkla yönetebilecekleri bir kukla varken neden kendilerini ortaya atsınlardı ki? Güçlü bir İtalya yerine kolayca idare edebilecekleri Yunanistan biçilmiş kaftandı.
Tarih 15 Mayıs 1919. Rum başpiskopos Hristomos Kalafatis, emellerini açıkça belli eden şu sözlerle karşılar İzmir’i işgal için gelen birlikleri; “ Helen evlatlarım, bugün İsa’nın en büyük mucizesine tanık oluyoruz. Bu uğurda ne kadar Türk kanı dökerek içerseniz o kadar sevaba gireceksiniz! Ben de bir bardak Türk kanı içerek onlara olan kin ve nefretimi teskin etmiş olacağım! Bütün azizler sizinledir.” Şehre giren askerler korkunç katliamlar yaptılar. Karşılarında duran herkesi sivil asker gözetmeksizin tutuklayıp katlettiler. 9. Ordu Müfettişliği ile Anadolu’ya geçme fırsatı bulan Mustafa Kemal 16 Mayıs’ta 48 kişilik bir ekip ile Samsun’a doğru yola çıktı. İzmir’in işgalinden bir gün sonra başlayan bu yolculuk Mustafa Kemal ve arkadaşları tarafından ciddi bir örgütlenme ile kurtuluşa giden yolu açacaktı. Artık fitil ateşlenmişti ve geri dönüş yoktu. Batıda, Ege’de kuzey ve güney hattı boyunca ilerleyen bir Yunan ordusu, İzmir’den sonra Manisa ve ardından Aydın’ı ele geçirmekte idi.

Mondrostan Lozana...
Mondros Mütarekesine göre İstanbul'da 16 Mart 1920'de İtilaf Devletleri tarafından işgal edildi. İtilaf Devletleri adına Fransız General Frenchet de'Esprey beyaz bir atın üzerinde Karaköy de karaya çıkınca İstanbul'daki Rumlar, Galata köprüsünden Bankalar Caddesine kadar yerlere Türk bayraklarını serdiler ve işgal kuvvetlerine aziz Türk bayraklarmı çiğnettiler. Yunanlılar da diğer ordularla beraber İstanbul'a çıktılar. Eyüp ve Fener bölgelerini işgal ettiler. Megali İdeanın, hayallerini süsleyen, son maddesini çılgın bir taşkınlıkla gerçekleştirdiler. Ancak Büyük Taarruz'dan sonra İstanbul'u terk etmek zorunda kalacaklardı. Ocak 1921’e kadar ilerleyişini sürdüren Yunan birlikleri Eskişehir’de en sonunda Ankara Hükümeti’nin düzenli ordusu ile karşılaşmıştı. Ama bundan önce bir gelişme oluyor Yunanistan’da 1920 Kasım ayında yapılan seçim sonucunda Megala İdea savunucusu hükümete yani Venizelos’a, Yunan halkı dur diyor. Megala idea için sonun başlangıcı oluyor bu. 1. İnönü yenilgisini asla kabul etmeyen Venizelosun amacı direnişi yok etmek istiyor. 2.İnönü muharebesi, intikam için saldıran Yunan birliklerinin bazı şeyleri anladığı bir çarpışma oluyor. Karşılarında daha çok organize olmuş daha güçlü Türk askeri gören Yunanlılar için çanlar çalıyor. Fakat İnönü savaşlarından üç ay sonra 1921 yaz aylarında iki kademeli ilerleyiş olarak Kütahya ve Eskişehir muharebeleri ile Ankara önlerine kadar zahiri bir ilerleme görülüyor. Harekâtı yöneten General Stratigos; “Kemalist ordudan geriye enkaz kalmıştır. Bu enkaz, Ankara’ya doğru kaçıyor. Onun yok olması da gecikmeyecektir. Kısacası Türk ordusu artık askeri bir değer taşımıyor.” Açıklaması yapacaktı. Türk ordusunun başına geçen Başkomutan Mustafa Kemal yeni bir dönemi başlatıyordu. Hayalini kurdukları Megali idea, 23 Ağustosta başlayıp 22 gün süren Sakarya meydan muharebesinde, İngilizlerin baskısını enselerinde hisseden Yunan birliklerinin, üstün strateji dehası Mustafa Kemal ve askerlerinin karşısında dökülmelerini engelleyemedi. “Yunanlılar çok ciddi bir yenilgi yaşıyorlar ve Yunan tarih yazımında resmen onların, ordunun ordu mensuplarının, askerlerin psikolojilerinin bir daha düzeltilemeyecek şekilde bozulduklarına dair aslında bir itiraf söz konusu.” Diye aktarır Doç. Dr. Çağla Derya Tağmat.

Hesap vakti...

Yenilgiden sonra istifa eden Yunan başkomutan Anastasios Papulas; “Beceriksiz, kararsız ve dengesizdi. Yunan ordusunun cesaretini ve aynı zamanda onun büyük bir ideale olan inancını o bozkırın ortasına gömmüştü…” diyerek itirafta bulunacaktı. Yeni başkomutan Hacıanesti ile tam bir yıl kendine gelemedi yunanlılar. Psikolojisi bozulmuş ve bütün destekleri tükenmiş yunanlılar yardım beklerken 26 Ağustos sabahı Afyon’dan başlayan Büyük Taaruz karşısında hezimete uğradılar. Yunanistan’a kaçarak ordusunu başsız bırakan Hacıanesti yerine getirilen Nikolaos Trikupis ise Uşak’ta esir alındı. İzmir’e doğru kaçan Yunan orduları, üç koldan üzerine gelen kahraman Türk ordusunun önünden her yeri yakarak ve telef ederek haysiyetsizliğini gösteriyordu. Büyük umutlarla çıktıkları Küçük Asya seferi Megali İdea’nın sonu olarak kucaklarında duruyordu. Girişimin başarısızlığı iç siyasetinde kargaşalar, devrimler, davalar, idamlar ile sorumlularını arayalım çelişkisini yaşatıyordu. Mudanya Mütarekesi ile savaş resmen sona ermişti. Devrim komitesi Atina’ya girerek devrik kral Konstantin hükümetinin bütün bakanlarını tutukladı. Olağanüstü bir mahkeme süreci başladı. 31 Ekim 1922’de sanıkların vatana ihanet etme suçuyla suçlanarak başlatılan mahkeme 15 gün sürdü. Sabaha karşı sonuçlanan mahkemede çok kısa sürede ilan edilip saatler içinde idam cezaları uygulandı. Altılar davası olarak anılan bu süreç tüm dünyada yankı uyandırdı. Aslında bakıldığında hezimetten sorumlu olanlar değil, günah keçileri suçlu bulunmuştu. Ve nihayetinde Venizelos Lozan Antlaşmasını imzaladıktan sonra itirafını şu cümleler ile yapmıştı. “Sevr Antlaşması’nı tümüyle hükümsüz kılan Lozan Antlaşması’nı imzalarken duyduğum derin hüznü sizden nasıl saklayayım? Bu antlaşmanın altına imzamı ülkeme hizmet sunmanın bilinci ile attım. Yenildik ve diplomatik olarak yalnızdık. Bizi yenilgiye sürükleyen bir siyasetin içine girdik.” Bu açıklamada dikkat edilmesi gereken çaresizliklerinin, arakalarında durmaya söz vermiş milletlerin yöneticileri tarafından yolda bırakılmış olmalarıdır. Sizce Megali İdea son bulmuş mudur? Bu soruya en güzel cevap; Büyük Taarruzdan sonra, Yunan Kralı Konstantin'in yeğeni ve Anadolu'ya çıkan Yunan Ordusunda kolordu komutanı olan Prens Andre'nin yazdığı "Felakete Doğru" isimli kitapta verilmektedir. Prens Andre, "Felakete Doğru" isimli kitabında; "Küçük Asya'da ki bu fedakârlık boşuna mıdır?" diye sormakta, sonra: "Hayır" diye cevaplandırmakta ve şöyle açıklamaktadır; "Çünkü Yunan askeri tarafından Anadolu'da ekilmiş olan tohum, günün birinde büyük ve çiçekli bir ağaç(!) (Hadep, Hdp ve Dem gibi siyasi partilerin logolarına dikkat edin!) halinde açacaktır."demektedir. Yani Prens Andre; iki yüz bin kişilik Yunan Ordusu'nun denize dökülmesine, sonradan Batı Anadolu'ya getirilerek yerleştirilen milyonlarca Rum'un kendilerini, denize atarak perişan halde kaçmasına ve bu sonucu yaşayarak "Felakete Doğru" isimli kitabında işlemesine rağmen, gene de Megali İdea'dan vazgeçilemeyeceğini anlatıyor. Her şeye rağmen Türkün gücünün en zor zamanlarda nasıl ortaya çıktığının delili olan Kurtuluş Savaşımız, gözünü Küçük Asya’ya dikerek, kukla kralları ve maşa yöneticileri ile bütün siyasi, askeri ve mitik yolları deneyerek saldıran güçlere nasıl okkalı bir ders verdiğidir. Megali İdea, büyük umutlarla çıktıkları İzmir’den tekrar denize dökülmüştür. Dedelerimizden sonra bize düşen görev ise onların kılıç artıklarını aramızdan temizlemek olacaktır. Şimdi bu süreç sekteye uğrasa da hiçbir vakit beise, karamsarlığa kapılamamak gerekir. Unutmayalım çakalın hükmü kurt ayağa kalkıncaya kadardır.
Araştırmacı: Hakan Bayram, Müslim Soysal
Kaynaklar: YUNANLARIN BİTMEYEN İDEALİ: “MEGALİ İDEA” Doç. Dr. Emruhan YALÇIN. Türk-Yunan İlişkileri ve Megali İdea Dr. Oğuz KALELİOĞLU. Doç. Dr. Nilüfer ERDEM İstanbul Üni. Doç Dr. Tuğba Eray BİBER Mimar Sinan Üni. Doç. Dr. Çağla Derya TAĞMAT.